31 Ocak 2012 Salı

Bu...

Hayat böyle değil mi aslında..
Israrla gelmek ister üstüne üstüne..
Gelir hatta direk sormadan..
Uygun musun.. müsait misin... tek misin diye...
Birden gelir..
Umursamaz..
Bilmeden.. aniden...
Çat kap... 
Hayat...
Taksi beklerken aynı anda el ettiğin ve önceliği sana veren kişidir.. .
Alt komşundur en ihtiyaç duyduğunda...
Hatta davet edip bir jack daniels ikram edendir..
Gelen telefondur akşamın bir saatinde iyi misin diye...
Seni iyi görmedim bugün diyen arkadaşındır... işten...
Seni incittiğinin farkında olup da arayan karşı cinstir yeri geldiğinde...
Şu oyun ya da film var tam senlik gidelim mi gelir misin diyendir...
Gecenin bir saatinde abindir muhabbet etmek isteyen... 
Yeri gelir sadece sana anlatmak istedim diyendir...
Ama hayat gerçekten de budur..
Sorgulamadan...
Gerek olmadan..
Budur yahu...
Arkasına ne bakıyorsun hala.. önünde bir sürü seçenek varken!
Hayat budur işte..  olduğu ve sana gösterdiği.. hatta yaşattığı gibi... 

EcE

Yaz -

Günlük gibi yazıyorum ya ben...
Hani ruh halime göre karalıyorum... 
Ve hani insanlar pozitif, negatif eleştiri yapıyor...
Arada da yorum yazıyorlar... 
Hani arada bu insanlar kendinden birşeyler buluyor...
Ulan ne içiyor acaba şimdi diye düşünüyor...belki...  
Ve hani birileri acaba benden mi bahsediyor diye kuruyor...
Sonra başka birileri okurken gülüyor ya da suratını ekşitiyor...
Hani birden küçük bir tebessüm yapışıyor dudaklara...
Ya da birden kafasını geriye çekerek şüpheli bakışlarla hmmm diyor... 
Sonra belki bir kadeh koyuyor bardağa...
Ve sonra diyorlar...ya da düşünüyorlar ya...
Yazmak güzel(miş)...diye...
Evet yazmak güzel... içten...ve cidden... 

Bu yüzden....
İşte bu yüzden yazıyorum....

20 Ocak 2012 Cuma

Sihirli süpürge... beyin...

İnsanın adil ve vicdanlı olması, "öteki"ne saygı göstermesi gibi olgulardan gün geçtikçe ne kadar da uzaklaşıyoruz. Teknolojinin artması ile beraber birbirinden iyice uzaklaşan, sanallaşan, güvensizleşen ve de tatmin olmayan; son kullanma tarihlerinden önce tüketilmeyi bekleyen ilişkilerde bile bu uzaklaşma kendini o kadar çok hissettiriyor ki... Kendi yörüngemizde dönüp dururken bile farkında olmadan başkalarını ufak dokunuşlarla rahatsız edebiliyoruz.

Kendimi ve etrafımdakileri anlamaya başladığım yaşlarda, babamla konuşmalarımızın birinde kendi anlayışını net bir şekilde "yastığa kafamı koyduğumda o gün vicdanım rahatsa gerisi benim umrumda değil" diyerek özetlemiş idi... Biz de hep böyle büyüdük diyebilirim. Herşeyden önce vicdanlı olmaya ve herkese özenli davranmaya çalışarak büyütüldük...

Diğer yandan, babam çok da rahat ve sakin bir adam gibi görünürdü. İçinde neler yaşadı/yaşıyordu bilinmez ama hep keşke onun gibi olabilsem derdim. Hatta gamsız gibi gelirdi bana... Zaten şu gamsızlık ilacını neden yapmıyor, en abuk şeyleri bile araştıran gözünü sevdiğim bilim insanları, diye de hep düşünmüşümdür:)

Neyse efendim.. işte babamın soğukkanlılığına hep gıpta ettim. Çünkü ben tam tersine hep takıntılı, detaycı ve tezcanlı oldum..."Tez" yapmak istedim herşeyi.. Sabırsız ve aceleci... hayata karşı da.. Aklıma koyduysam bir an önce olmalı dedim... hakettiysem beklemeyi sevmedim...  Gel(e)meyeceğini bildiğim "Godot" lar bile bir an önce gelsinler istedim ve gelmemelerini kabul edemedim:) Çocukça... ve de mantıksızca...

Konudan konuya sekerek atladım yine... konu için çizdiğim sek sek çizgisinin sonuna gelmişim farketmeden... geri döneyim zıplayıp, taşımı da alıp konunun başına doğru ilerleyeyim:)


İnsanın karşısındakine vicdanlı, adaletli ve saygılı olması; herşeyden önce "öteki"ni anlamaktan, anlamaya çalışmaktan, empati kurmaktan geçiyor... bence yani... Bunu yaparken de önyargılarımızdan (ve de belki egolarımızdan) sıyrılmamız lazım tabii... Ben "öteki"ni anlamaya çalışırken, neyi niçin yaptıkları ile ilgili sebep sonuç ilişkisi kurmakla uğraşırken, haliyle karşı taraftan beklentimi de yükseltiyorum. Hatta karşımdakinin gözünden "öteki ben"i nasıl gördüğünü anlamaya ve ikinci derece türevi gibi, ondaki kendi yansımamı görmeye çalışıyorum... Ee bu durumda, o da anlamalı beni malum ben bir çaba sarfediyorsam diyorum... 

Ama bazen öyle insanlarla karşılaşıyorum ki... egosu yüksek... önyargılı...empatiden uzak... ve o insanları anlamaya çalışmakla o kadar çok yoruluyorum ki .. boşa kürek çekmek gibi... O da öyleymiş diye kabul edip yoluma devam etmeye çalışsam da  nedense olmuyor... her durumda yoruluyorum...

Beklentimi yüksek tutunca da, hep sonunda hayal kırıklıklarını topluyor buluyorum kendimi... yerden... teker teker... aman daha sonra ayağıma batmasın diye.. ama malum tuz buz olup etrafa, göremediğimiz köşelere kadar dağılıyorlar bazen...

Süpürgenin bazen gözden kaçırdığı ve köşelere ulaşamadığı (bilinçaltına atılan), halının altına isteyerek süpürülen (acısı ertelenen) kırıklıklar... Bazen biri geliyor ve hepsini temizliyor ya da muş gibi yapıyor... senin göremediklerini, hasıraltı ettiklerini... bir sonraki kırılmalara kadar...

Tabii ki ben de sebep oldum/olmuşumdur bu tip kırıklıklara... olmadım desem yalan olur... ama bendeki bitmeyen ve daimi bir kırgınlık yaratıyor nedense... her bir insanda (sevgili, aile ya da arkadaş), kırıkları halının altına biraz daha süpürüyorum ve evin köşelerinde görmediğim/görmeyi ertelediğim kırıklıklar biriktiriyorum... Bir türlü  atamıyorum hiçbirini... ve hiçkimse de temizleyemiyor gibi hissediyorum artık... "Geçmiş"te çok yaşayan bir insan olmanın da bir sonucu ya da sebebi olarak...

Ama dün bir karar verdim... (neden ve nasıl olduğu konusunda hiç bir fikrim yok!)

Bugün artık evimdeki tüm bu kırıklıkları, bedenime (beynime ve yüreğime) her an batma ihtimali olan parçaları, hasır altı ettiklerimi vesaire vesaire (aklınıza ne gelirse) temizlemeye karar verdim ve süpürdüm hepsini... 

Gözden birşey kaçırmadan... Sonra da geçmiş örtüsü ile beraber topladım...

Bağladım ağzını sıkıca... Attım gitti evden çıkarken...

Bu kadar kolay gibi göründü ilk kez gözüme... (büyüyor muyum ne? ya da yaşla beraber kabullenme seviyesine mi yükseldim uçan süpürgemle? :)

Neyse yahu... Önümüzdeki maçlara bakalım mı artık!...


17 Ocak 2012 Salı

Ada...

Adalet kaç beden giyer?
Kilo alması önemli midir?
38 giyse yarın bir gün 40'a itiraz eder mi?
Bu beden uymadı der arıza çıkarır mı?
Üstüne uyanı ya sevmezse?...
Bedeni tam otursa da derse ki
Bu bana olmaaz ?
O zaman çıplak kalır mısın?
Savunmasız hisseder misin?
Örtünmek için desteğe ihtiyacın olur mu?
Örtmedi bu bedenimi dersen?
Bir örtü için bakar mısın etrafına?
Olmadı be derlerse nereye dönersin?
Döneceksin?
Burdayım diyecek misin elindeki içki ile?
Burdayım dersen
Şarkılar söyleyelim ve içelim boşver ...
Bırak artık der misin....
İçelim der mi
Sin?... 

Büşra...

Twitter'dan bir alıntı :
............
o  kapıdan zeynep, nedim, ahmet, cihan, ragıp, büşra girdi....
bir tek erhan tuncel çıktı. 
çok zoruma gidiyor.
..............................
benim de....
E.

Baştan çıkarma üzerine...

Evet...
Jean Baudrillard'ın  kitabından...
Baştan Çıkarma Üzerine... sayfa 104...
            bir dize.....
..........
baştan çıkarma anı
baştan çıkarmadaki suspens
baştan çıkarmadaki rastlantılar
baştan çıkarma kazası
baştan çıkararak kendinden geçme
baştan çıkarmanın dinginliği
...........................

buysa hayat....
baştan çıktım...
çıktım da nerden çıktım?
zaten nerdeydim?
neredeyim?
ah bir bilsem de
sen de cevap versen...
cevap.....
versen....

15 Ocak 2012 Pazar

Sek.. Malt...

Malt gerçekten de çok sevdiğim bir grup...
Beni iyi tanıyanlar bilir...  
Tüm şarkılarının sözlerinde kendimden birşeyler buluyorum 
ve beni düşündür(t)üyor ya.. işte en çok da bunu seviyorum... 
"Arıza" şarkısına da ayrıca bayılıyorum :)  
Bas gitar girişi basit bir melodi olsa da içime işliyor... 
Aslında bas gitar çok asil bir enstrüman bence... Çalmayı gerçekten de çook isterdim.. 
Ama bu ara konsantrasyonum davul :) 
Bir aksilik olmazsa derslere de başlıyorum :) 
Allah beni davul edecek :D 

Ee o zaman Arıza ile sonlandıralım...
 
Sen anlat ben anlarım
Ağlatırsan da ağlarım
       Sen tadilat sesiysen tepemde
Yaparım arıza çıkarırım

Eee ben de yaparım... arıza da çıkarırım.. tepemde tadilat sesi olursan yeminlen çok pis arıza yaparım :D 





14 Ocak 2012 Cumartesi

İnsan/i/hayvan/i

"Herşeyden önce" diyerek girmeye başlayacağım cümlemde asıl önemli olanın "insan olmak" fiilinin olacak olması, sonrasında birden demek istediğimden vazgeçmem ile beraber ve birden bana hayvanlık yapılması ile kendime gelecek olan bünyem; düşününce, insani olarak bu cümlede nasıl hayvani bir karmaşaya düşer acep? :)  Hatta düşünür.. düşünen hayvan olarak insan.... Düşünmezse de yani düşüncesiz olursa da direk o insan, malum hayvan olur :) E o zaman yüce rabbim  hayvanlardan korusun bizi :D  Aaaamin...

11 Ocak 2012 Çarşamba

Hayata miyop oldum :)

Yeğenlerimin o bıdık fotoğraflarını düşününce ben nasıldım acaba küçükken diye düşünüyorum. Teknoloji sağolsun onların her anı, her yaşı, her "ilk"i kayıt altında ve büyüdüklerinde istedikleri zaman dönüp dönüp bakacaklar. Ama benimle ilgili çok kayıt, ipucu yok maalesef. Benim hafızamdan ibaret hayatımın sabahı... Malum gidip geliyor kafa bu yaşta bile, hatırlamıyorum ki... keşke anı anına bilsem ama yok... 70lik rakıyı tek başıma içmişim gibi herşey flu... çocukluğumu çok hatırlamıyorum.. aslında her çocuk gibi belki de.. Üzeri eskimiş, renkleri solmuş fotoğraf kareleri haricinde birkaç replik, birkaç eşya, birkaç elbise...ve birkaç oyuncak.. kalanlardan...

Evimde en güzel köşeme koyduğum bir çift ufak terlik var (yanda).. O kadar masum bakıyorlar ki bana şu an:)

Annemin büyük dayısının kızının Almanya'dan getirdiği :) 25 numara herhalde :D nasıl şirin.. şimdi yine baktım da gözlerim doldu... O terlikleri aldığım zamanki sevincimi düşünün!! Açısını değiştirdikçe şekli değişen çizgi film karakterlerinin olduğu terlikler (nasıl anlatacağımı bilemedim resmen :)


Neyse off yine nostalji oldum :)

Ama haydi  çocukluğa geçelim; genel olarak inek bir öğrenci idim.. ama bir yandan da isyankar... kabul etmezdim bazı şeyleri... ama küçük şehirlerde çok da alanınız olmuyor malum... kabuğumdan çok çıkmak istedim aslında ama küçük bir Anadolu şehrinde yaşayınca ister istemez üstüne yapışmış o klişelerden çıkamıyorsun... idare etmek istiyorsun sadece... gidene kadar... en kısa zamanda uzaklaşana kadar... babam hep demişti zaten... buralar biz değil diye.... büyük adamdı... rahmetli...

Neyse dedim ya inektim diye ama aslında özünde değildim... doğru zamanda doğru derste oldum sadece:) kırmadım. gerek görmedim.. Üniversitede bile gece Mojo'dan sabah 4te eve dönmemize rağmen sabah 9'da Seyfettin Hoca'nın ya da Ahmet Hoca'nın dersinde hazır ve nazır idik (soyadları bilenler bilir, açıklamaya gerek yok). Sorumluluk sahibi olmak böyle birşey işte galiba... Küçüklüğümden beri bu şekilde büyüdüğüm için sınırları aşsam da sorumluluklarımın bilincinde oldum. Ama memur çocuğu olmanın da getirdiği bir kabullenmişlik ve risk almama durumu mevcut bünyemde onu da "default" tam karşılığı olmasa da  "olduğu gibi" kabul ettim.

Çalışkanlık göstergesi olarak başladım gözlük takmaya liseye gelmeden... Bir süre inkar ettim görüyorum diye ama kendimi (yine!) kandırdığımın farkındaydım...Üniversite bitti, master bitti.. döndük kürkçü dükkanına... Başladık bir yabacı şirkette köle olarak.. Göz derecesi arttı tabii... Sonra dedim gözlük karizma katmıyor, burnumda acıyı da artırıyor malum, lens takayım ben:) 2007den beridir lensliyim... bir nevi yanılsama aslında lens de... 

Uzağı göremiyorsun... ama ufak bir müdahele ile hoop birden ordasın... evet...  ama benden biraz uzaklaşan insanları da göremediğim için anlamıyorum aynı ölçüde belki de. Miyop olmanın bir sonucu olsa gerek.. karşımdaki de miyopsa vay halimize :))

Haha şaka bir yana bu göz durumu beni 2 boyutlu yapıyor..Gündüz lens ile gördüklerim akşam gözlük ile baktıklarım.. farklı...

Önümü daha net görmek için birşeyler yapmak lazım ama yok Ece'cim gerek yok biz burdayız demek isterseniz beklerim :)

Bekliyorum....

Benden kaçanlar.... haydi bekliyorum...

P.S. : resim kırmızı zamanlarımdan :)


10 Ocak 2012 Salı

Aylardan kış... mevsimlerden ocak...

Yazları sıcak ve kıyak, kışları soğuk ve göz ya(ğı)şlı bir insanım... 

Ne yaparsam yapayım hatta ne yaşarsam yaşayayım bu hep böyle oldu.. hiiiç değişmedi... bol "i"li bir halde...

Misal hava 5 derece iken ben -15 hissettim hep kışları... ya aslında bu hava durumlarındaki "hissedilen şu kadar" hadisesini de hiç anlayamamışımdır, nasıl ölçüyorsun yahu?... Haydi benim içim/yüreğim/beynim  üşüyor da sen her ilde 50 adam toplayıp "Abi kaç hissediyorsun" deyip ortalama mı alıyorsun kardeşim? Amacın ne?:) Valla bu konuda da ciddi meraktayım ama neyse haydi konuyu dağıtmayalım, bu minvalde 35'lik abi ile yeteri kadar geyiğin dibine vurmuş bir insan olarak uzatmayayım, her an geyik çıkartabilirim şapkadan :)    

Neyse efendim... özetle kıştan hep nefret ettim... Hem de sonbaharın Kasım ayının sonunda, kışa yaslanmış günlerden birinde doğmuş olmama rağmen... Ayrıca da sağlam bir istatistik olarak (tesadüflerden uzak) 32 yıllık kış geçmişimde bayağı bir depresyon deneyimi yaşamışımdır... Can Baba der ya hani "Kartvizitinde onca ayrılıkların birinci dereceden failidir" diye.. işte o hesap, benim kartvizitte de buna ek olarak onca kış depresyonlarının birinci dereceden kurbanı yazabilir.. 

Kışın direk kış uykusuna yatsam ya ben de... 

Kasım sonu uyuyup şöyle ne bileyim Nisan sonunda kalksam :)) 

Hahaha çok abarttım sanırım...  Ama neyse işte yine aylardan "Kış" mevsimlerden "Ocak" maalesef... "Kış"ı beyninden vurup gitmek var aslında aklımda ama plan yaptıkça plansızlaşan hayatımı şu ara geldiği gibi yaşıyorum... Hep üç noktalı... yüklemsiz... öznelerim de gizli zaten...var(mış) gibi yapıp cümlede saklanıyorlar...   


Biraz güneş, sıcak hava, bir parmak arası terlik bir insanı nasıl değiştirir derseniz valla ben direk Dr Jekyll and Mr Hyde hesabı (yeni tabirle stayla) bambaşka bir insana bürünüyorum yazın ve de kışın... sürekli bu zıtlıkları yaşayarak şu ahir ömrümde...  

Yine yazıya başka konulardan bahsetmek için başlamıştım ama yine aldım başımı gittim...

Yaz modumu özledim... Ya kızıyorum kendime aslında... böyle depresif hallerimi sevmiyorum... sesim tek çizgiden devam ediyor sürekli... doğan görünümlü şahin hesabı (stayla), sürekli mutlu görünümlü mutsuzu oynuyorum... bir bitkinlik... bir bırakmışlık... sıkıntılı can... Planlar yapmaya çalışırken, biraz ümitlenirken kursakta kalan sevinçler ve elde kalan boşluklar... Bir kere daha gördüm ki şu son aylarda : hayatı kontrol altında tutmaya çalışınca, geriye yaşanabilecek çok az hayat kalıyor(muş).. bu sıra tek sevdiğim şey, bol bol kitap okuyup, evde miskinlik yapıp, film seyretmek ve farklı müzikler dinlemek...kahve eşliğinde.. Başka hiçbir şey yapmak istemiyor canım derkeeennn bugün bir arkadaşımın gönderdiği eski bir Can Dündar yazısı ile kendime geldim biraz olsun... asıl yazmak istediğimi yine sona saklayarak maymun iştahımı tatmin ettim ayrıca...

Sizlerle de paylaşmak istedim.. küçük sevgili okur grubum :D 

Tamam hayat öyle basit olmuyor, insan beceremiyor ama sürekli bunu hatırlayıp insanın kendi kendine telkinde bulunması lazım (biliyorum çelişiyorum an itibari ile ama yapmak lazım).. Böyle hatırlatacak şeyleri (bir yazı, bir kişi, bir iş, bir bir bir bir vs.. ) yanımızda bulundurmamız gerek ben bunu anladım. Düşünmeye vakit bırakmamak, insanın bunları kendi gözünün içine sokması lazım:)  Ben en azından kış aylarında okuyacağım yazıyı buldum... Teşekkürler gönderen dostuma...

Yazının sonunu da yukarıdaki siteyi açmaya üşenenler için ekliyorum  : 
...........
Hayat bazen, sonuncuyu çoktan yaşatmıştır size, esaslı bir finali bile çok görür; bazense “Bir daha olmaz” zannettiğiniz şeyi, ummadık anda karşınıza çıkarıverir. 

En iyisi her şarkıya son kez dinler gibi kulak vermek, her baharı bir dahakini göremeyecekmiş gibi içine çekmek, her dostla, ana babayla son buluşmaymış gibi sımsıcak kucaklaşabilmek, her aşkı en sonuncuymuş gibi doyasıya yaşayabilmektir. 
............. 

EcE

7 Ocak 2012 Cumartesi

Git-me-k...

Çok pis başımı alıp gidesim var... 
Ama biri beni tutuyor...
O biri elimi kolumu bağlamış gibi hiç plan da yapamıyorum...
Çaba sarfetmeden geldiği gibi yaşıyorum bu ara... 
Kontrol dışı... ama fütürsüzce bir yandan da... 
Cümlelerim gibi devrik hayatım...
Herşeyi tüketiyorum... 
Şişe de boşalmak üzere... 
Tüketmeyi tükettim...
Arkadaşlarım ve
Aşklarımla beraber...

4 Ocak 2012 Çarşamba

Nedir?

Nedir? diyorsam çok şeyi özetlemek istediğimden...
Bir sürü şey söylemek isteyip de söyleyemediğimden...
İstediğimi bildiğimden ve o istediğimi hala istiyor olmamdan... 
Peki nasıl?
Ve ne için burda, bu durumda?
Neden?
Ne zamandan beri? ne zamana kadar... hala mı? 
Kimim aslında.. biliyor muyum.. beni?  
5N1K :)))

3 Ocak 2012 Salı

Petit frere...

Sene 2004... 
Jim Jarmusch ile tanışmam... 

Hayatımda "mon petit frere" dediğim kişi ile tanışmam da 2003'ün sonlarına denk gelir, nerdeyse aynı zamanlar...  Beni Jim Jarmusch ile tanıştıran da odur zaten! 

Aslında benim için zor zamanlardı... Ağustos 2003'te eksilmem.. aradan 1 ay geçip Fransa'ya master'a gelmem... yalnızlık... uzaklık hissi... kendimi "öteki" hissetmem... saçma ilişkiler... aşık olmalar...  sınıf arkadaşlarım tarafından "yabancı" damgasının, her davranışlarında suratıma tokat yemiş gibi çarpılması... bir diğer tabirle kendimi fransız hissetmem:))) ve aslında bir yandan da yanımda yakın arkadaşımın (kankamın) olması ve derken mon petit frere ile tanışmam... 

Hayatımın en zor zamanlarında "kanka"m ve "mon petit frere"im vardı yanımda... Aslında şanslıymışım belki de... Zor zamanlarıımda güzel insanlar yanımdayımış... Hafifletmişler hayatın yüklerini biraz olsun alarak üzerimden onlar... İşte bu cümle gibi devrik yaşadığım hayatın öznesinin ve yükleminin yerini bana hatırlatan arkadaşlarımın olması ne güzel! Bana hayatı farkettiren... 

İşte hayat bir yandan zorluklarla varken, bir yandan da gülümsetiyor ya insanı... Garip... Valla borsada bir bant vardır ya hani.. direnç noktaları.. şunu geçerse düşer, şuna gelirse borsa coşar vs.. işte sağlık varsa, hayatta bir bant var.. O bant arasında şekillendiren de aşk, dostluk, iş, huzur, para vesaire vesaire... Bu bant arasında inip çıkıyorum şu ara... Hayatımdaki herşey (içine ne koyarsanız koyun) bir iniş çıkışta...Ama bu süreçte Fransa'da bana destek olan kanka ve mon petit frere gibi yine iki kişi vardı...tek sabit kalan... Biri D... Biri de B... isim vermek istemiyorum... sadece iyi ki varlar... 

Neyse nerden geldim bak yine, konu beni aldı götürdü... Jim Jarmusch... Night on Earth!... Süpper filmdir. Paris episodudur asıl Kamerunlu petit frere'lerin rol aldığı... Moralim bozuk oldukça açar seyrederim... Jim Jarmusch çok değerli zaten benim için. Çok iyi tahlilleri var hayata dair, kişilere dair... Dialogları... vs... 

Dün akşam.. Ankara Esenboğa Havalimanı'nda mon petit frere ile idim... Bir süre öncesinde kanka ile konuşmuştum... Ertesi gün D ile tüm günümü geçirdim ve B ile bir öğlen yemeği için sözleştim... Beni (h)ayal kırıklığına uğratanlardan, işlerden, güçlerden, aileden, zamanın nasıl akıp geçtiğinden... ne gelirse aklınıza... konuştuk... Her biri ile ayrı zamanlarda, ayrı mekanlarda ve ayrı şekillerde...

Aslında bugün çok da kötü bir haber aldım... Detaya girmek istemiyorum ama klişe cümleleri kullanacağım.. Afili kelimeler, metaforlar yok... Hayat... özünde çok basit ve acımasız... Üniversiteden gencecik bir arkadaşımız aramızdan ayrılmış geçen hafta ve ben haberini bugün aldım... Birebir kendisini çok tanımasam da kendimi, nasıl söyleyeyim, kelimesiz hissettim... bitiyor..  herşey... sessizlik... boşluk hatta.. ama sonra...düşündüm ve dedim ki... bu süreçlerde işte.. dostluklar.. beni ayakta tutan...İyi ki varsınız... sırası olmadan.... baş harflerle... 

P.S. :Hayatımda çok eğlendiğim ama fransızcanın önemli bir kriter olduğu bu Jim Jarmusch Paris episodunu da paylaşmak istedim bir an ama belki de kimseye anlamlı gelmeyecek... çünkü o bize özel... o yüzden boşverelim yahu dedim, merak edenler bakar zaten :D 

Hakkımda

Fotoğrafım
55...Hayalperest...Invisible hand'e inanmayan bir İktisatçı...Pinponcu... Sarı... Kırmızı... Arada da çelişki duvarına işiyor...