30 Kasım 2011 Çarşamba

1 ya da 0

"Ya dışındasındır çemberin ya da içinde yer alacaksın" diye birileri demiş, birileri yazmış ve diğerleri de şarkı yapmış.. ee iyi de etmişler.. kalemlerine, ağızlarına sağlık hepsinin...

Hayırlara vesile olsun seslerini duyar gibiyim yazıya böyle başlayınca. Yeni Türkü dinledim de ordan aklıma geldi birden..

Neyse asıl anlatmak yani yazmak istediğim bu değil tabii ama bir nevi paralel diyebiliriz.



Dün dişçiye gittim de. Kırılan dişimle ilgili 4. ve son seansımdı. Neyse efendim, dişçim eski sevgililerimden birinin arkadaşı. İlk kez 2005 yılında gitmiştim yine bir dolguyu katlettiğimde ve o zamandan beridir de ona gidiyorum ama aslında hala gidiyor olmam; hem de muayenehanesinin taaaa anasının nikahında (neden böyle denmiş acep bunu da merak ettim şimdi?), yani karşıda ve ters bir yerde olmasına rağmen, ona duyduğum "güven"den. Birine "güvenme" duygusunun güzel olduğunu hatırladım şimdi birden yazarken:) Eee ne de olsa dişçi koltuğu.. Evdeki tv koltuğu değil malum.. Kendini o koltukta rahat hissetmen lazım, güvenmen lazım.. Gerçi doktor-hasta ilişkisi gibi, her durumda arkadaşlıklarda/ilişkilerde de güven duygusunu hissetmen lazım temelinde. Bu ayrı bir yazının konusu olabilir; neyse, konudan sapmayalım..

Dişçim acayip hiperaktif ve kendi ile süper barışık biri. Bir o kadar da zeka küpü ve komik... Her gittiğimde de inanılmaz gülüp eğleniyoruz. Garip ve ani soruları/yorumları oluyor.. ve bazen de belden aşağı esprileri.. Tanımayan biri çok rahat, onun söylediklerine/sorularına/yorumlarına karşı tekme tokat dalabilir, bozulabilir ya da ağız dalaşına girebilir ama onunla ağız dalaşında yarışacak, sabredecek pek insan olabileceğini düşünmüyorum. Deli çünkü... bildiğin deli... Ağzımın içinde, bir yandan tükürük götürücü ve o oyucu alet (ne demekse! ne kadar uzağım teknik terimlere:) ve iç gıcıklayıcı sesi olduğunda bile gülebiliyorum, siz düşünün halimi!!  Bir de o an çaresizsin ya zaten konuşamıyorsun, ağzını kıpırdatamıyorsun; o ise fırsat bu fırsat konuştukça konuşuyor:) Çene de düşük.. Ya bir dur kardeşim hareket etme, gülme, şarkı söyleme diyorsun ama içinden tabii :)

Dişçim Ankilozan Spondilit hastası, uzun zamandır... Çok da ağır ilaçlar kullanıyor. Yaptığı iş de ağrılarını artırıyor tabii. Gidişatı da çok iyi değil anladığım. Dün yine gırgır yaparken, dedim "Ne kafası abi bu sendeki, ne alıyorsan bana da versene bu ara iyi gelir" dedim gülerek. Bana tanıştığımızdan beri ilk kez ciddi bir şekilde cevap verdi : "Ececim ben bu saatten sonra neyi dert edeyim ki... Hastalığım belli, gidişatı belli, herşeyi koyvermişim, işimi yapıyorum sadece, yaparken de eğlenmeye çalışıyorum, hayatın da tadını çıkarıyorum; neyi istediğimi, neyi istemediğimi de net biliyorum ve ona göre yaşıyorum". Bir durdum! Çok basit bir replikti aslında; her gün karşılaşılabilecek bir replik belki hatta.. ama çok netti.. Bunu okurken üff çok geyik belki diyorsunuz... doğru geyik.. klişe... herkesin bildiği, basit bir "koy d.tüne rahvan gitsin" hâletiruhiyesi.. ama yine de dün beni bir silkeledi ne yalan söyleyeyim... ee size yalan borcum yok malum!! 

Düşündüm de, ne istediğini bilmek için illa böyle birşey mi olması gerek hayatta...Genelde öyle sanırsam... Ben de aslıdna bu sene sağlık anlamında değilse de,  bu düşünceye sebep olacak bir sürü şey yaşadım. Hayatta işte o şiirde/şarkıda bahsedilen bir çember varsa; ben onun içinde mi, dışında mı olmam gerektiğini artık biliyorum. Yine de arada yaşadıklarımın yanılsamaları beni çemberin bir içine, bir dışına savuruyor.. savuracak da... zaman zaman... ya da yolumu şaşırtacak belki ama yine de biliyorum... Çünkü bu çember sorunsalında "Kendin içindeyken, kafan dışındaysa" hali ya da çember çizgisinin "tam üzerinde olma" hali (-e ve -de halleri) var ya.. işte onlar tehlikeli... ve bir o kadar da yorucu... O yüzden artık nerde olmam gerektiğini, nerde durmam gerektiğini biliyorum. Aslında 1 ve 0'dan ibaret herşey.. İçinde ya da dışında olmaktan... Arası tamamiyle bir ilüzyondan ibaret, bunu biz kendi beyinlerimizde yaratıyoruz...

Hayat da bu kafa karışıklığını beklemeyecek kadar kısa ne yazık ki... ve herşey  Sliding Doors filmindeki gibi, farklı yollardan da olsa aynı sonuca çıkarıyor sanki..  Kaderci bir anlayış belki ama evet öyleyse oyleyim kabul ediyorum, herşey olacağına varıyor bir şekilde.. O zaman neden çok fazla düşünüp, çok fazla sorguluyoruz ki diyorum kendime...

Son zamanlarda gördüm ki; hayatımdaki herşeyi kontrol edip, mükemmeliyetçi yaşamaya çalıştıkça; herşey kontrolümden çıktı ve herşey sıradanlaştı.. ve akabinde de ben sorgulamalarıma rağmen yine de akışına bırakmaya karar verdim...ve bunu yapıyorum bir süredir..  İşte bu güzel bir adım... kendi adıma...

İşte tam da bu noktada, yani sorgulamalara rağmen akışına bırakırken hayatı, bizi tutan aslında tek bir olgu var(mış) :  "Umut"...  

Benim kendimden umudum var... 

EcE

Ee bu yazının sonuna da Mazhar yakışır... Benim Hala Umudum Var... Ama Herşey Çok Güzel Olacak filmi eşliğinde :D

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Hakkımda

Fotoğrafım
55...Hayalperest...Invisible hand'e inanmayan bir İktisatçı...Pinponcu... Sarı... Kırmızı... Arada da çelişki duvarına işiyor...