11 Nisan 2013 Perşembe

Kutuplaştıramadıklarından mısın?

Bu futbol kutuplaşmalarından, "öteki"nden nefret etmelerden, başkalarının başarısızlığından mutlu olmalardan, kendi bu düzenin içinde değilmiş gibi soyutlanmalardan, saygısızca yapılan yorumlardan sıkıldım artık!!!   
 
Sporda taraf olmak tatlı bir aidiyet duygusunu içinde barındırsa da son zamanlarda gittikçe yoğunlaşan kutuplaşmanın, bu aidiyet duygusunu nerelere taşıyacağını ciddi bir şekilde merak ediyorum ve yapılan tartışmaları da hayretler içinde izliyorum.  
 
2005 yılından başlayarak spor ve özellikle futbol çevrelerinin içine aktif olarak girip çıkmaya başladıktan sonra ve de akabinde 2007 yılının Ağustos ayında çok kısa süren, amatör ruhla yapmış olduğum futbol yorumculuğum zamanında (ki spor yorumculuğu değil, malum sadece konu futboldu) nasıl bir illüzyonun içinde olduğumuzu anladığımda; artık arkadaşlımla inatçı tartışmalar yapmaktan vazgeçmiştim.
 
Daha ortada program yokken ve biz sadece programın içeriğini oluştururken, şöyle bir söylemle yola çıkmak istemiştik: Kapalıdan çıkıp stüdyoya giden, hiçbir hocanın istifasını istemeyen, hakeme itiraz etmeyen ve futbolcuyu/hakemi değil futbolu izleyen, skor tabelasına daha sonra bakan, sabit bir doğruya inanmayan, futbolun endüstrileşmesine karşı duran,  kulüp yöneticileri ile değil futbolun ruhu ile içli dışlı bir futbol programı olsun... istemiştik...
 
Cümleleştirince ne kadar da güzel duruyordu ancak program devam ettikçe biz yine bu söylemden uzaklaşmamız gerektiğini anlamaya başladık; çünkü polemikler/küfürler/bağırış çağırışlar olmadığından, ağızdan nefret kokan tükürükler fışkırmadığından/birbirimize laf sokmadığımızdan vs vs program tutmadı ve de 3 ay geçmeden bitti.
 
Bilenler bilir.. Taraftarı olduğum Galatasaray'ın renklerine aşkımın en büyük sebebi babamdır.. Babam, sıkı bir Galatasaray taraftarı olmasının yanı sıra spor ile iç içe bir adam olmuştu hep. Diğer kulüplerin maçlarını da seyreder, Spor Toto'sunu oynar, bize de tahminler yaptırır, diğer branşlarla ilgili istatistiki bilgiler verir, hikayeler anlatır, Olimpiyatları TRT'nin verdiği oranda takip eder, tenis maçlarını kaçırmadan seyreder, tartışırdı...vs vs..  
 
Sporun ahlakını ben babamdan öğrendim. Centilmenliği, hoşgörüyü, yenildiğin zaman kabullenmeyi, yendiğinde sevincini abartmadan, saygı çerçevesinde yaşamayı ben önce babamdan öğrendim.
 
Saçma TV programları ve yazılı basın ile artık zerre ilgilenmiyorum. İnsanların zamanlarını bu safsatalar ile çalma hakkını gören, bundan beslenen, buna enerjisi olan ve müsaade eden insanlardan biri olmak istemediğim için.
 
Şimdi sosyal medyadaki tartışmalara, sadece başkaları ile değil ben kendi takımımla ilgili sevindiğimde ya da üzüldüğümde (eğitim seviyesine bakılmaksızın) söylenen,  yazılan çizilenlere bakıyorum da...  Ben bunların içinde de olmak istemiyorum.  Sadece futbolda değil, diğer profesyonel&amatör branşlarda hatta masa tenisi maçlarımda bile bu nefretin, saygısızlığın içinde olmak istemiyorum.. Kulüp yöneticileri konusuna hiç girmek dahi istemiyorum...
 
Ben yine sadece Metin Oktay anıları dinlemek, kadınlar grubumuz ile halı sahaya gidip ter atıp bunun sadece bir oyun olduğunu hatırlamak, stada sevdiğim arkadaşlarımla gidip eğlenmek, rakip takım taraftarı arkadaşlarımla evde maç seyredip bira içmek,  sadece kendi takımım için tezahürat yapmak, parçalı formamı giyip elimi kalbime koymak, gol atınca tanımadığım insanlarla omuz omuza sıçramak, galip gelince sevinmek ve abimleri aramak, yenilince de iyi oynamadık napalım önümüzdeki maçlara bakacağız artık demek ve kendi renklerimle ilgilenmek istiyorum. 
 
 
Bu sistemin içinde gittikçe birbirimizden uzaklaştıktan; Fairplay adı altında söylenenlerin, isminin afili olmasından öteye geçememesinden, sporla ilgili sakin ve saygı çerçevesinde konuşamamaktan, "öteki"ni dinlemedikten ve anlamadıktan, insanları renklerine göre kategorize edip faşistlik yapıp ona göre davrandıktan, futbolu eğlenip beraber rakıları tokuşturup konuşamadıktan sonra amiyane tabirle yemişim futbolu!!
 
Sadece sosyal medyada 2 yorum yazıp "öteki"ne laf sokmak adına, ağzınızdan nefret kokan salyalarınızı akıtmak ile tatmin oluyor iseniz... sizin yolunuz açık olsun...
 
Babama ve Metin Oktay'a da burdan selam olsun...

2 Nisan 2013 Salı

İyi ile başlayan cümleler...

En son yazı yazdığım tarih 13 Ekim...miş..
Yalan da söyleyemiyorsun tabii, belgelerle konuşuyor blog...
Kayıt altındasın her daim..
Hangi sitelere girmişsin..
Kıyafet harcamaların toplam harcamalarının yüzde kaçı olmuş..
Bu mekana gelmeyeli kaç ay olmuş
En son yediğin trafik cezası şu tarihte
Eeeeee-devlet var artık..
Sadece zihnimde/kalbimde kayıtlara geçenlere gelince.. 
Özetle.. 13 Ekimden beri neler oldu neler olmadı..

- Kalp yeniden hızlı atmaya başladı :)
- Daha az kitap ve dergi okundu :(
- Yeni eve taşınıldı ve istenen eşyalar alındı :)
- Kilo verilemedi, veresiye mantığı ile daha da alındı :( 
- Saçlar iyice uzadı :)
- Stres çizelgesi üst bandını geçti :(
- Masa tenisi yapılan tek spor oldu :) :( ona da ne kadar vakit ayrılırsa tabii..
- Uyku istek/kalite bandı iyice açıldı :) :(
 
İlk madde haricinde (ki bu çok güzel bir duygu imiş :)  kendime neredeyse hiç vakit ayıramadığımı fark ettim .Tamam aşk meşk işleri hepsine yeter biliyorum ancak hayatta yapmak istediklerimden yavaş yavaş uzaklaştığımı hissediyorum.
 
Bunu tabii ki en büyük sorumlusu iş.. daha doğrusu yeni iş.. Yeni düzene, yeni ortama, sektöre alışmaya çalışmak.. farklı beklentiler, dinamikler..   Yeni insanlar, yeni iş yapış biçimler, yeni patron :)
 

"Zaman algısını değiştiren ne kadar da çok parametre varmış" diye diye şaşırırken ben, zaman gittikçe uzaklaşarak el sallıyor bana...gittikçe küçülen silüeti gözlerimin önünden kayıyor.  Sanki ben bir yerlerde duruyorum ve tüm hayat akıp gidiyor...
 
İstanbul da bu akışkan hayatın devinimini artırıyor sağ olsun.. Biraz olsun kolaylaştırayım yok..  ama İstanbul işte adı üstünde zor şehir.. Ne kalabiliyorsun ne de gidebiliyorsun girdabına sokulmuş hissediyorum çokça.. bu aralar.. kalbimi çok önceleri çalan İstanbul'da..
 
İstek parantezinde huzur/para şokomel fonksiyonu benim kafamı karıştırıyor artık.. Çözümü olmayan çelişkiler yumağında dolanıp duruyorum sanırsam.. Belki de işler güçler hep böyle şeyler. Zaten aksi olsa adına iş/güç demezlerdi belki kim bilir:)
 
Her ne kadar yorgun argın olsam da..
İstanbul beni yorsa da..
Stres katsayım direnç noktasını aşsa da
Daha az kitap okusam da 
Ve zaman benden kaçsa da iyi ki o var diyorum...
Cümlelerimi hep iyi ile başlatan adam...   
İyi ki var...

Hakkımda

Fotoğrafım
55...Hayalperest...Invisible hand'e inanmayan bir İktisatçı...Pinponcu... Sarı... Kırmızı... Arada da çelişki duvarına işiyor...