23 Ağustos 2012 Perşembe

Ama ben değişirsem... ben olamam ki :)

Bugün askerdeki bir arkadaşıma mektup yazdım.. O kadar çok hoşuma gitti ki mektup yazmak... 1 sene olmuş yazmayalı.. Hatta geçenlerde annemin ve ağabeyimin ben Fransa'dayken bana yazdıkları mektuplar geçti elime.. Nasıl duygulu.. nasıl içli.. 
El yazısının gidişatından gözyaşının yönünü anladığın mektuplar... 
Bizzat el kokan  kağıtlar..
Şimdi nerde günümüzde o mektuplar.. dijital dünyamızda mektup dediğin nedir ki.. 
Kaç kişi yazar.. üşenmeden.. zaten asıl olay belki de "üşenmek"tir.. 
Kim yazacak eliyle.. düzeltmesi zor.. sonra zarfı var.. pulu var.. postaneye gitmek lazım.. ne gerek var ki bunca zahmete.. 
Eeeee-posta denen birşey var.. Teknoloji hayatımızı kolaylaştırmak için ama değil mi zaten..

Değil işte.. değil... o mektupta yaşanan his çok başka..

Ben hala o histeyim...o eski kafada..

Hala Melek bana gittiği farklı ülkelerden kartpostal gönderdiğinde, iki satır yazdığında çok mutlu oluyorum.. 

İşte hayatımda da aynen bu şekilde çok başka ve basit şeylerden mutlu olabiliyorum.. İnsanlar hemen tüketmeye odaklı olsa da, ilişkiler/arkadaşlıklar elde etme/ego üzerine kurulsa da, ben her seferinde hayal kırıklığına uğrayacağımı bilsem de; hala hayatıma sağından solundan giren insanların dediklerine inanıyorum... hemen güvenip kendimden birşeyler vermeye başlıyorum.. Bir kitapçıya girdiğimde, biri ile bir kitap hakkında konuşmuşsak, içine birşeyler yazıp hediye edesim geliyor ve yapıyorum da.. bir şarkı ise anılan o cd'yi gidip almak geliyor içimden.. ve alıyorum.. değer verdiğim insanlara dair aklımda kalanları süprizlerle birleştirerek hem kendimi hem karşımdakini mutlu ediyorum.. hilesiz... içimden geldiği gibi.. ya da misal "o adam" elimi ilk kez tutunca heyecanlanıyorum.. bana iki satır duygusal cümleler kurduğunda dudağıma ufak bir tebessüm yapışıyor, belli ediyorum içimin kıpırdadığını.. oyunsuz... mutlu olmak için sebepler buluyorum belki de.. pür.. ve hala umut ediyorum.. en başından... ve belki de hala yanılıyorum... 

Geçen sene yazmışım "Hayatımda rakı sersemliği yaratan her hayal kırıklığı sonrası cila birası içmem de sorgulanması gereken bir durum...." diye...

E hala değişmedim..

Çünkü bu benim..

Daha doğrusu.. maalesef bu benim :) ufak bir serzeniş var evet ama yine de değişemem ki..  bunu biliyorum...

İşte o mektup hissi gibi bir nevi.. yani onu yakalamak için... o an ne hissediyorsam onu yaşıyorum.. oyunsuz.. hilesiz.. çocukça... düşüncelerime & hislerime ket vuramıyorum.. tutmuyorum kendimi.. hayat bana böyle güzel geliyor.. arada üzülsem de napim diyorum.. geçer.. hala egolarımızdan sıyrıldığımızda daha mutlu olabileceğimizi düşünüyorum.. sapına kadar.. 

Kimbilir.. belki de yanlış.. kime neye göre yanlış o da bilinmez tabii.. ama tek bildiğim benim umudumun olduğu...

Bu yazıyı da aniden dinlemek içimden geldiği için Mavi Sakal ile sonlandırmak istiyorum... Başladım yürümeye bir de baktım yine baştayım...ironisi ile...

İyi (g)eceler size :) 





13 Ağustos 2012 Pazartesi

Üç nokta...

Tarihlere takılıp.. saplanır kalırım.. hep..
Hayatımdaki önemli olayların zamanını.. düşünürüm.. hep...
Melankoliyi sevdiğimden midir.. bir içim acır...gıcıklanır.. hep...
Ciddi ve sert görünüşümün altında yatar o duygusal sulu göz... hep...

Yine geldik mi Ece 14 Ağustos'a...
Yine andık mı acıları...
Yine özlemimizi dışa vurduk mu rakıları içerek şerefine..
Yine ağladık mı gökyüzünü ciğerimize doldura doldura...

Yanımda olsaydın bunları yaşar mıydım acaba?
Olsaydın gücün beni göründüğüm gibi sert yapar mıydı?  
Sarılsaydın herşeyin üstesinden geleceğimi bilir miydim?
Kalkanım olur muydun yaşadığım acılara?

Onca soru var cevap bekleyen..
Onca yaşan(a)mamışlıklar..
Ve once ıskalanmış anılar...
Özledim be baba...9 yıldır.. her gün daha çok.. 
Hep bir yerlerim eksik kalıyor sensiz..

Ertelediğim her bir anın pişmanlığı içimde..
O son bakış..
Samsun Otogarı'nda.
Senden İstanbul'a...
Son yolculuğumda...
Kim bilirdi ki..
Kim bilirdi son kez ağladığımızı beraber...

Deniz gözlüme son kez baktığımı..
Kim bilirdi...

İşte bu yüzden.. Senede bir gün..
Tarihe saplanıyorum dibine kadar..
14 Ağustos..un..
Eksik parçalarımı biraz olsun tamamlayacak birini bulana kadar... 

EcE

P.S. : Fonda Muse "Resistance" çalıyor... sadece bilgi...



7 Ağustos 2012 Salı

De/da...

Cümle içinde ayrı yazılması gereken "de/da"lar gibiyim.. Arada birileri beni kelimelerine, kendilerine bilmeden bitişik yazsa da aslında ayrıyım ben onlardan.. imla kurallarına göre...

İlk..ler..

Reklama girecek ama D&R gibi mağazalara girdiğimde kendimi kaybediyorum. Bir sürü kitabı görüp almaya çalışıyorum, arkalarına bakıyorum, kapak resimlerini inceliyorum ama daha da önemlisi çoğu zaman kitaplara bakarken,  kitapların ilk cümlelerini itina ile okuyorum :) ve enteresan ki bazen kitapları satın almamda ilk cümleler çok etkili oluyor.. Arada kaldığımda.. "ilk"lere bakıyorum aslında.. Hayatta olduğu gibi.. Karar verirken... İlk bakış.. ilk dokunuş..  ilk harf.. ilk kelime... ilk cümle... ilk renk.. ilk öpüş... ilk kadeh... hep tadı başka geliyor bana... Sonrakilerin marjinal faydası azaldığından ve benim bu gerçeği sadece iktisatçı olduğumdan farketmemden değil vallahi :)

Şaka bir yana... Bugün yine bir yarım saat kayboldum Kanyon'daki D&R'da...

Müzik CD'lerine doğru yöneldim kitaplardan sonra.. Malum 8 Eylül'de sevdiğim (ve bir zamanlar şarkılarını söylediğim) RHCP konseri olduğu için son albümlerini de alayım dedim... Müzikten anlayan bir arkadaşım her ne kadar albümü  tatmin edici bulmadığını söylese de ben albümü Dr Dre ile eve gidip dinleyeceğim anı düşündüm almaya karar verirken ne yalan söyleyeyim... Yanında da bir kadeh kana her daim giren kankamız, canımız ciğerimiz alkol ile...

Sonra tekrar kitaplara döndüm.. Aslı Erdoğan'ın bir kitabını okumuştum daha önce.. "Taş Bina ve Diğerleri"... Değişik bir dili var.. Kelimelerin içinde insanı kaybeden... keybettiren.. sarhoş eden... ettiren.. kontrol mekanizması yüksek olan "ben" gibi bir insancık için kaybolmak her ne kadar zor olsa da; kelimeleri kullanış biçimi, cümleleri, hoşuma giden ve garip bir çelişki hissi yaratmıştı bende... Bu sefer de iki kitabı arasında kaldım ve ilk cümlelerine baktım... ve "Kabuk Adam"ı aldım.. İlk cümle de : "Bazen insana hiçbir şey hatırlamak kadar acı veremez, özellikle de mutluluğu hatırlamak kadar".. idi...
 
Sonra birden.. ve hatta aniden..  Oğuz Atay düştü aklıma yıldırım gibi.. "Korkuyu Beklerken"ı aldım direk elime.. Bir kitap ismi için çok albenisi var ne yalan söyleyeyim ve ilk cümlesine de bakmadım bu yüzden... ama merak edenler için yazayım ilk cümleyi:  "Kalabalık bir topluluk içindeydi"... 

Aslında bu kitap farklı hikayelerden oluşan bir yapıt ve bu ilk cümle de ilk hikayeden.. Neden ilk cümleye bakmadım? Çünkü bu kitapta çok "ilk" cümle var.. İlk diyorsan tek olmalı... O yüzden sadece kitabın ismi ve Oğuz Atay beni kendine çekti... Cümleye takılmadım... Malum fazla ilk olması iyi değil hayatta..Oluyorsa da sorun var demek :D  Tek olmalı dedim.. Kitabın adına baktım ve aldım... Tek..

Ne kadar çok ayrıntıya takılıyorum değil mi...

Ay..rın...tı...

Hayat bence klişe de olsa bu ayrıntılarda gizli.. ve ben onları buldukça çok mutlu oluyorum...

EcE


Hakkımda

Fotoğrafım
55...Hayalperest...Invisible hand'e inanmayan bir İktisatçı...Pinponcu... Sarı... Kırmızı... Arada da çelişki duvarına işiyor...