31 Temmuz 2011 Pazar

Geçmiş zaman olur ki...

Eski hikayelerimden bir parça... 

Kadın her hayalkırıklığında ona gidiyordu. Amaç günü kurtarmaktı. Adam da görevini biliyordu ve sorgulamadan, itinayla görevini ifa ediyordu. Geçen yılki güzel birlikteliklerinin hatrına... Kadın (o günün) sabahında güven tazeleyerek uyanıyordu., bir sonraki hayal kırıklığına kadar. Aradığı şevkati onda yüklüyordu kendine... Bir başkası, başka biri boşaltıyordu... Bu kısırdöngü saat gibi işliyordu. 

Kadın dudağının ucundaki hüznüyle kapıda belirdiğinde, adam dudağının ucundaki şevkati sunuyordu kadına... Aslında kadın her dokunuşta başkalarını arıyordu ama gölgeleri adamın üzerine çoktan sinmişti kafa karışıklığı yüzünden... Bir oyuncu gibi görevini yerine getiren adamın hayatında başka bir "kadın" olsa da, esas kadını bu yapmacık oyunlarda hayal kırıklığına uğratmıyordu. Bir kere fena kırmıştı zaten ve bunun bedelini ödüyordu adam. Peşin değil, taksit taksit...yavaş yavaş ödüyordu..  Sindire sindire... Her türlü ikileme ile... Ama her geçen gün de vicdan yükünü hafifleterek.. 


Ne zaman bitecekti?

Aslında kadın başka bir aşk bulduğunda... 

Adam bunu çok iyi biliyordu...

İstanbul
2004...

Gözyaşlarımızı bitti mi sandın...

Çok yanlış yetiştirilmiş bir ara kuşağız... 

Yaptığımız işlerde, aşklarımızda, ailemizle olan muhabbetlerde bu arada kalmışlık hep tokat gibi suratımıza iniyor!!  Sezen Aksu'nun bile çok ayıbı var gençliğimizde... Hep hüzün, hep elde edememişlik duygusunu işletti içimize yıllarca.. Çok sevip, nefret etme duygum da Sezenle başladı aslında belki de...

Kutlu Esendemir.. yakın arkadaşım (benden biri)... çınlattı aslında Sezen'in kadınlar üzerindeki etkisini sorgulamamı...Doğru da.. haklı yani.. ne bunalımlara soktu bizi yıllarca.. Aramak isteyip de arayamadık, olması için çaba sarfetmek yerine kaçtık.. Başkasına düşmüştür yüreği deyip vazgeçtik..Acılarımızı (b)indirdik yüreğimize.. Nice "of"larda, "iç çekiş"lerde bulduk kendimizi...


Arada kalmış bir kuşağız..
70'lere ait olduk..  sonuna..
Ama 80'de de değiliz..
70'in başı da değil.. 
Nerdeyiz? 
Hangi arada?

Susam Sokağı'nda "arada kaldım tam arada" şarkısı vardır... İşte yandaki, şarkının söylendiği andaki bu resmi görünce gülüyorum ama aslında ne kadar gerçek bir olgu o .. bizim kuşak iyi bilir..

Nasıl güzel özetler aslında küçücük bir şarkı... 


Yapmak istediğimiz işler, yazmak istediğimiz hikayeler, dibine kadar gitmek istediğimiz aşklar... hep arada kalır.. hep bir engel vardır.. belki de hep o engeli bizim ufak beyinlerimiz  kendi sorgulamaları ile yaratmıştır.. biliriz bir engel olduğunu.. nasıl çıkarız işin içinden.. sorgularız.. ama nedense aksiyon almayız!!! bizim ara kuşağın sorunu bu.. "ne"yi biliriz ama "nasıl" dan uzak dururuz.. Nasıl yapmamız gerektiğini de biliriz ama cesaret edemeyiz.. Birden gelsin isteriz.. Biz bişeyler yapmayalım, bari o iş, kişi, şey... birden gelsin.. Sincap gibi mesela.. Nazım'ın dediği gibi basitçe...

Hayat böyle basit aslında.. Gördüm.. Yapamıyorum o ayrı.. ama biraz olsun çabam ve ümidim var.. 

Ne olur.. 
Biraz olsun çabala.. Güzel günler görebiliriz.. 
İstersen...







Ağır gelen zaman(lar)... da... yaşanan(lar)... çeşitlemesi.. içimden geldiği gibi.....

Hayatın ağır geldiği zamanlarda insan sanırsam kendi hayatının içindeki herşeyi sorguluyor... Bu "herşey"e aklınıza gelebileceklerin tümü dahil.. Adı üstünde "herşey"...

Hayatıma ucundan, sağından, solundan, köşesinden girmiş insanlardan tutun da; dostlarımı, aşklarımı, yaşanmışlıkları ve yaşanamamışlıkları(mı), keşkeleri(mi), ailemi ve hatta babamı... Sorguluyor(um)... soruyorum kendi kendime..

Cevabı aslında hep biliyor da insan sor(g)ularının.. ama işte kaçıyor zaman zaman.. belki korkusundan... yüzleşme tedirginliği... o tokadın acısını geciktirme isteğinden...offf işte bir sürü sebepten...

Bu ara hayatımda cevaplarını bildiğim sor(g)ularımdan kaçıyorum... Duymak istemiyorum.. Ama sorguluyorum.. soruyorum.. ucu açık sorular soruyorum.. cevabını bilsem de farklı sesler işitmek istiyorum.. tek bir yargı değil.. nedenleri niçinlerini bilsem de farkli sebepleri olduğuna inanmak istiyorum ve de farklı sonuçlara varmasını... Bu hikaye farklı bitsin istiyorum, sonucu belli olsa da...

Herkesin ayrı bir hikayesi var.. 

Anlatmaya değer.. dinlemeye değer.. ama en nihayetinde herkes kendi yaşadığıını biliyor.. ne kadar anlatsan da boş...  yüreğinde kopanı senden başkası bil(e)miyor...
Hayat parantez içindeki "harf/kelime/cümle"lerde gizli aslında...

Ama insanlar gerçekten de çok garip..


Egolarından sıyrılmış ne kadar az insan var etrafımda diye düşündüm bugün.. Bu insanlara hakettiği değeri vermem lazım.. Haketmeyenlere fazlası ile verdiğim değeri artık alıp, eşit dağıtmalıyım dedim kendi kendime..
Bira köpüğü gibi birden yükselip, kısa bir süre sonra inen arkadaşlıklarım var... "İnanmak" saflığımdan olsa gerek ya da istemek güdüsü ile sahipleniyorum birden hayatıma girenleri...sonra tekmeyi yiyince anlıyorum ama iş işten çoktaaan geçmiş oluyor (fazla "a" harfi ile kelimenin etkisi kesinlikle çok daha büyük olmalı)..

Garip...

İnsanlar.. 

Vapurlar falan...

Rüya...

Dün gece bir rüya gördüm...

Gerçek gibiydi...

Uyandım sonra.. asıl gerçekliğe... günaydı (n)...

Ama güzel uyandım yine de...

Rüya da olsa..

Güzeldi...

30 Temmuz 2011 Cumartesi

Şarkılarda düşünmek...

Bu ara dinlediğim Türkçe şarkılar...

Özge Fışkın - Kalbinden Vursun
Feridun D. - Alev Alev
Giripin - 5
3.1 - Dediler ki ... klibi seyretmeden ama çünkü filmi hatırlatıyor :(
Malt - Deprem + Yeniden
Yüksek Sadakat - Ben seni arayamam
Mavi Sakal - İki Yol + Başladım Yürümeye
Manga - Cevapsız Sorular
Badem - Kalpsiz
Vega - Serzenişte + Bu Sabahların Bir Anlamı Var
MFÖ - Bazen + Gözyaşlarımızı Bitti Mi Sandın
Duman - Bu Akşam + Senden Daha Güzel
Ezginin Günlüğü - Yastıklı Şarkı


vesaire vesaire...
Bir sürü şarkı var aslında ama ilk olarak bunları paylaşayım dedim..

To be continued :)

27 Temmuz 2011 Çarşamba

Eski defterlerin sayfalarından...

........
Onunla olan ilişkisiyle, geçmişine misilleme yapmak istiyordu adeta ama hayatla ödeşmek istemiyordu. Evet alacaklıydı hayattan ama galip gelmek bile korkutuyordu onu.. Galip gelmek dengesini bozacaktı... Geçmişinin gölgesinde kurduğu mutsuzluklar ülkesinin kralı yapmıştı kendini. Kaybedenlerin (kendi kelimesi ile "looser"ların) otokontrolü en yüksek olanıyım diyordu kendisi için hep. Ruhuna sinmiş pis kokulu bir karamsarlık vardı ama aslında tam olarak ona ait de değildi..  Bu koku onun üzerinde eğreti duruyordu...

İlişkilerinde yarattığı çelişki de işte bu noktada ortaya çıkıyordu. Tuhaf bir denge kurmuştu aslında hayatında. İşte bu yeni ilişkisi bu dengeyi bozuyordu, halbuki dengeyi sağlamak için diğer keseyi biraz doldurmak onun elindeydi ama ilişkisinin bindiği keseyi boşaltmaya karar vermişti. Daha kolaydı.. Korkuları her zaman olduğu gibi kontrataktan gol atmıştı hayatına... 
 
İşte o an... dengesinin kurulduğu an... benim dengesizliğim başlıyordu... İşte o an.. bende ne varsa görülen, onun yokluğu idi. O andan itibaren terazi onun için farklı benim için farklı dengedeydi... 

Benim denge teorim.. işte böyle başladı...

09.Ocak.2003
İstanbul 

26 Temmuz 2011 Salı

Keyif...


"Eski bir evi yıkarken, yenisini yaptığımızda kullanılmak üzere, yıkıntıları genellikle saklarsak; öylece, görüşlerimden temelleri çürük olduğu yargısına vardıklarımı yıkarken, türlü türlü gözlemlerde bulunduğum gibi, birçok deneyimler de ediniyordum" 

Descartes Metot Üzerine Konuşma adlı kitabından...

Fransızcasını yazmak istedim ama ayıp olmasın bilmeyenlere:) Üniversite hazırlık 2'de okumuştuk bu kitabı Felsefe dersinde.. Kitap elime geçti, kitaplıkta kitap karıştırırken..  

Bu arada insanlara açıklamak ne zordu, biz 2 sene hazırlık okuyoruz çünkü fransızca tedrisatlı bir okuldan gelmedik :) off off kimse inanmazdı, kaldın değil mi bakışlarını yine görür gibiyim :D

Neyse konumuza dönelim, altını çizmişim kalın bir kalemle kitapta bu cümlenin.. Hayatımdaki bazı olayların da altını çiziyorum bu ara kalın kalemle ki hatırlayayım yeni şeyler inşa ederken eskilerinden tecrübe edineyim diye.. 

Ama bu gerçekten de iyi anlamda söylenmiş bir söz...  Merak etmeyin, melankoli çemberine girmedim ve de çelişkilerime işemiyorum... 

Yaşamak gerçekten de güzelmiş.. keyif almasını bildiğinde.. hatta kendime kaldığımda bile...

İyi geceler olsun...

Not : bu sefer resmi sağ tarafa koydum.. değişik açıdan bakayım diye yazdıklarıma :)

23 Temmuz 2011 Cumartesi

-de hali... gereksiz...

Öyle bir roman kurgusu geliyor ki aklıma, kendime bile bazen itiraf edemiyorum... çok acımasız... Ama yazmam lazım biliyorum, bu beyin beni öyle zorluyor ki... yaz artık diyor... offfff.....



9 sene önceki günlüğümü buldum bugün...
Aslında öncesi de var.. ama baktım ki babamı kaybettiğim sene ile beraber bu deftere başlamışım... eskilere gittim..

İyi değil biliyorum eskilere gitmek:) gereksiz diyor(um).. olmuş bitmiş durumunu hatırlatıyor.. hatta dön diyor bir an önce (kim mi : yeniyetme kitaplar, makaleler, sağdaki soldaki yazılar vs vs) .. bugün diyor önemli olan.... 

Ama olmuyor ki.. olamıyor işte bazen...


Hayata "demotivée" olmak..("feminen"im ya o yüzden fazla e var :). Türkçe'de ayrı yazılan "de" neden bu kelimeden de kopup gitmiyor ki! Çek git hayatımdan.. istemiyorum seni yahu!! Kop git beni rahat bırak "de" kardeş :) Türkçe'de sağdan soldan ekleniyorsun ok ama dilimize zaten sonradan bir arkadaşa bakıp çıkacağım diye girmiş olan fransızca önekine isyanım var!!! Azat et bizi.. yani beni sadece....

Motive olmak istiyorum... hayata... sana..

@de hali... nden...uzak durmak gerek!!! 

14 Temmuz 2011 Perşembe

31,5'tan 32....

Yaş 32... aslında 31,5... ama yuvarlayınca 32:)

Ve bu yaşta farkettim ki başkalarına şunu yapman gerek bence dediğimiz şeyler aslında kendi yapamadıklarımız, hatta delice isteyip de yapamadıklarımız.. ya cesaret edemediğimizden, ya henüz o kafada olmadığımızdan, ya hala umut ettiğimizden vesaire vesaire....
 
O kadar çok "şey" geldi ki aklıma bir anda... nerden başlasam nasıl anlatsam bilemedim..  "şey" kelimesi ne güzel bir kaçıştır... özetler  ve uzaklaşırsın... sığınırsın bulmak istemediğinde.. hatta bazen bulamadığında... neden bulamamşıssındır hatta o konuya hiiiiiç girmiyorum... 


Bu akşam telefonda bir arkadaşımla konuşurken resmen aslında yapmak istediklerimi söylerken buldum kendimi... Geç farkettim.. Doğru olan budur diyemedim zaten.. Benim doğrum bu, ben yapamıyorum sen bari yap demek istedim sonra tekrar arayıp...  yapamadım... Ama o bunu duymak istemiyordu zaten!!!! Farkeder mi.. bilemedim...  İstediğini verdim.. kapadım telefonu.. sonra döndüm kendime.. hatta bir bira açtım.. beynim çalışsın diye... biraz da uyuşsun diye...

Hayat garip ama yine de güzel...

Bir yudum da onun için alayım...

Şerefe sevgili okur....

EcE

Dünya...

Bu ara yazamıyorum... Kelimeler sereserpe..
Kafayı toplayamıyorum bir türlü...ki toplasam kelimelerimi de derleyip toplayacağım..farkındayım..  

Ama gelecek inşallah devamı yazılarımın...

O yüzden şarkılarla devam...

ve o zaman Teoman'dan gelsin :

Midem bulanıyoor
Galiba dünya tuttuuuu
Beni hep unuttuuuu :)))

EcE

5 Temmuz 2011 Salı

(G)Ece'nin 5 hali...

Gece misin gündüz müsün diye sorsalar hiç kuşkusuz "gece" derim.. İsmimin, gecenin içinde geçiyor olması ile alakası yok kesinlikle:) 

"Gecelere sor beni, gün dediğin nerden bilir ki halimi" sözleri çok net, pürüzsüz açıklar aslında neden cevabımın gece olduğunu... Bu sözleri keşke ben yazabilmiş olsaydım diye gıpta ettim birden Aysel Gürel'e... büyük kadın valla... Rahmetle analım kendisini bu arada bu güzel sözlerin yazarı olarak...

Geceleri  başka bir insan oluyorum.. kendim oluyorum aslında belki de..   Zaten bir nevi Dr.Jekyll and Mr Hyde tadında yaşıyorum hayatı...Olmam istenen ben gündüzleri sahnede rolümü oynuyorum ve geceleri de kendime dönüyorum.. sığınıyorum.. İşte o yüzden gecelere sormak lazım beni...  


(G)ece- dinler bir tek beni
(G)ecey-i içerim yudum yudum rakı gibi
(G)ecey-e sor anlatsın sana herşeyi..
(G)ece-de bulurum bir ben kendimi...
(G)ece-den gayrı kim anlar ki beni...


her haliye..

Ece'nin 5 hali....

Hakkımda

Fotoğrafım
55...Hayalperest...Invisible hand'e inanmayan bir İktisatçı...Pinponcu... Sarı... Kırmızı... Arada da çelişki duvarına işiyor...