Sene 2004...
Türkiye’de okuduğumdan daha çok Turkçe kitap okumaya başlamıştım. Dile duyduğum özlemden mi? Hayır. Tam olarak kendimi başka hikayelerin içinde kahraman olarak görmek istememdendi. Bu hayattaki rolümden sıkılmıştım. Aslında beni sıkan hayalkırıklıklarıydı. Belki başka serüvenlerde, başka yerlerde, başka zamanda karışık bir cinayeti çözen dedektifin başarısıyla tatmin olabilir; en güzel, en zor aşkları yaşayabilir; hic gidemeyeceğimi düşündüğüm uzak memleketleri görebilirdim. Bu yüzden kaybolup gidebiliyordum uzaklara, çok uzaklara... En güzeli de bu değil mi? “Uzak”lara...Gidebilmek... İşte, başka dilde okuyunca aynı kurguyu oluşturamıyor, uzaklaşamıyor, “ben”i yakalayamıyordum. Bu durum, en zor ve en yoğun zamanlarımda bile beni kitapların orta yerinde yanılsamalarımla yaşattı. Yaşatmasına da izin veriyorum hala! Hayata karşı bir duruş mu(dur)? Belki de bitmedi(m) daha?
Bazen bir mekana takılırsınız, zamanı anlamlı kılan o mekandır; bazen de zamana takılırsınız, mekanı anlamlı kılan o zamandır. Peki ya kelimeler..im..iz..? Zaman ve mekan arasında mekik dokur. Mekanı mı, zamanı mı şımartır? Benim kelimelerim mekan kaygılı zaman yanlısı...
Yıldırım gibi düştüm geceyarısına bugün! Korkunç bir rüyayla uyandım. Babamın gözlerinin güzel yeşilini gördüm, gülümsüyordu... Zayıflamıştı çok, beyaz fanilası üzerinde.. Bir fotoğrafın içindeydi ama hareket ediyordu ve biz maalesef duyamıyorduk. Arkasından konuşur gibi kadının biri “Çok da çökmüş son zamanlariında " dedi. Kadına çok sinirlendim, suratının ortasına vurmak geldi içimden . Onun hareket edip konuştuğunu sadece ben görebiliyordum, annem bir kenarda susmuş oturuyordu. Hayır hiç de çökmemişti diye bağıracakken o arasıra maviye çalan hüzünlü yeşil gözlerine hapsoldum birden Bana uzunca baktı.. Kilitlenip kalmıştım.. Elimi uzatıyor ama dokunamıyordum.. Ağlayarak uyandım! Yatağımdan kalktım, bir bardak su içtim. Yeniden uyumaya korktum. Onu düşlerimde kötü görmeye korktum. En güzel rüyalarda görmeliydim, hakettiği güzelliklerle.. Dalmışım, elimde son okuduğum romanımla...
Sabah kalkamadım gitmedim okula. İşe başladığınızda bu lüksün olmayacağını bilerek sevinirken, diğer yandan da artık sınavlara girecek kadar öğrenci hissetmiyor ve bir an önce okulun bitmesini istiyordum. Her zaman olduğu gibi çelişkilerin adamı olmaktan kurtulamıyordum. Aynı şekilde bazen kendimi çok güçlü hissediyor, beni yıkamayanların daha da güçlendirdiğini düşünüyor; sonra aptal bir şarkının birine takılıp ağlamaya başlıyor ve kendimi depresyonun orta yerinde buluyordum. Bu “gel-git” canımı sıkmaya başlamıştı. Aslında çelişkinin kendisiydim, çelişkinin ortasına işeyen de bendim... Kin olmasa da sanırım sinirliydim ona karşı... Giderken yaptıklarından ötürü olsa gerek!!! Suratım asıldı... Aynada kaşları çatık kırmızı saçlı ben olmayan biri belirdi birden. Sonra birden günahkar yeşilin yüzümdeki yansımasını gördüm sandım. İçim ürperdi ve dedim ki kendi kendime :
Günahkâr yeşilin yansımasıydı
gözüme çarpan bakışlarında
Bense nefretimin rengini yüzüme sürmüş
baktım gözlerine
Nerden bilsindi aslında
yıldırım gibi düştüğümü yüreğine
Ne(r)den bilsindi
soğumaya yüz tutmuş yüreği......
16.Ocak 2004
Paris
Birini özler gibi değil ama hayatımın bir yerini yaşamamış gibi içim sızlıyor!!! (Murathan Mungan, “Üç Aynalı Kırık Oda”)