30 Kasım 2011 Çarşamba

1 ya da 0

"Ya dışındasındır çemberin ya da içinde yer alacaksın" diye birileri demiş, birileri yazmış ve diğerleri de şarkı yapmış.. ee iyi de etmişler.. kalemlerine, ağızlarına sağlık hepsinin...

Hayırlara vesile olsun seslerini duyar gibiyim yazıya böyle başlayınca. Yeni Türkü dinledim de ordan aklıma geldi birden..

Neyse asıl anlatmak yani yazmak istediğim bu değil tabii ama bir nevi paralel diyebiliriz.



Dün dişçiye gittim de. Kırılan dişimle ilgili 4. ve son seansımdı. Neyse efendim, dişçim eski sevgililerimden birinin arkadaşı. İlk kez 2005 yılında gitmiştim yine bir dolguyu katlettiğimde ve o zamandan beridir de ona gidiyorum ama aslında hala gidiyor olmam; hem de muayenehanesinin taaaa anasının nikahında (neden böyle denmiş acep bunu da merak ettim şimdi?), yani karşıda ve ters bir yerde olmasına rağmen, ona duyduğum "güven"den. Birine "güvenme" duygusunun güzel olduğunu hatırladım şimdi birden yazarken:) Eee ne de olsa dişçi koltuğu.. Evdeki tv koltuğu değil malum.. Kendini o koltukta rahat hissetmen lazım, güvenmen lazım.. Gerçi doktor-hasta ilişkisi gibi, her durumda arkadaşlıklarda/ilişkilerde de güven duygusunu hissetmen lazım temelinde. Bu ayrı bir yazının konusu olabilir; neyse, konudan sapmayalım..

Dişçim acayip hiperaktif ve kendi ile süper barışık biri. Bir o kadar da zeka küpü ve komik... Her gittiğimde de inanılmaz gülüp eğleniyoruz. Garip ve ani soruları/yorumları oluyor.. ve bazen de belden aşağı esprileri.. Tanımayan biri çok rahat, onun söylediklerine/sorularına/yorumlarına karşı tekme tokat dalabilir, bozulabilir ya da ağız dalaşına girebilir ama onunla ağız dalaşında yarışacak, sabredecek pek insan olabileceğini düşünmüyorum. Deli çünkü... bildiğin deli... Ağzımın içinde, bir yandan tükürük götürücü ve o oyucu alet (ne demekse! ne kadar uzağım teknik terimlere:) ve iç gıcıklayıcı sesi olduğunda bile gülebiliyorum, siz düşünün halimi!!  Bir de o an çaresizsin ya zaten konuşamıyorsun, ağzını kıpırdatamıyorsun; o ise fırsat bu fırsat konuştukça konuşuyor:) Çene de düşük.. Ya bir dur kardeşim hareket etme, gülme, şarkı söyleme diyorsun ama içinden tabii :)

Dişçim Ankilozan Spondilit hastası, uzun zamandır... Çok da ağır ilaçlar kullanıyor. Yaptığı iş de ağrılarını artırıyor tabii. Gidişatı da çok iyi değil anladığım. Dün yine gırgır yaparken, dedim "Ne kafası abi bu sendeki, ne alıyorsan bana da versene bu ara iyi gelir" dedim gülerek. Bana tanıştığımızdan beri ilk kez ciddi bir şekilde cevap verdi : "Ececim ben bu saatten sonra neyi dert edeyim ki... Hastalığım belli, gidişatı belli, herşeyi koyvermişim, işimi yapıyorum sadece, yaparken de eğlenmeye çalışıyorum, hayatın da tadını çıkarıyorum; neyi istediğimi, neyi istemediğimi de net biliyorum ve ona göre yaşıyorum". Bir durdum! Çok basit bir replikti aslında; her gün karşılaşılabilecek bir replik belki hatta.. ama çok netti.. Bunu okurken üff çok geyik belki diyorsunuz... doğru geyik.. klişe... herkesin bildiği, basit bir "koy d.tüne rahvan gitsin" hâletiruhiyesi.. ama yine de dün beni bir silkeledi ne yalan söyleyeyim... ee size yalan borcum yok malum!! 

Düşündüm de, ne istediğini bilmek için illa böyle birşey mi olması gerek hayatta...Genelde öyle sanırsam... Ben de aslıdna bu sene sağlık anlamında değilse de,  bu düşünceye sebep olacak bir sürü şey yaşadım. Hayatta işte o şiirde/şarkıda bahsedilen bir çember varsa; ben onun içinde mi, dışında mı olmam gerektiğini artık biliyorum. Yine de arada yaşadıklarımın yanılsamaları beni çemberin bir içine, bir dışına savuruyor.. savuracak da... zaman zaman... ya da yolumu şaşırtacak belki ama yine de biliyorum... Çünkü bu çember sorunsalında "Kendin içindeyken, kafan dışındaysa" hali ya da çember çizgisinin "tam üzerinde olma" hali (-e ve -de halleri) var ya.. işte onlar tehlikeli... ve bir o kadar da yorucu... O yüzden artık nerde olmam gerektiğini, nerde durmam gerektiğini biliyorum. Aslında 1 ve 0'dan ibaret herşey.. İçinde ya da dışında olmaktan... Arası tamamiyle bir ilüzyondan ibaret, bunu biz kendi beyinlerimizde yaratıyoruz...

Hayat da bu kafa karışıklığını beklemeyecek kadar kısa ne yazık ki... ve herşey  Sliding Doors filmindeki gibi, farklı yollardan da olsa aynı sonuca çıkarıyor sanki..  Kaderci bir anlayış belki ama evet öyleyse oyleyim kabul ediyorum, herşey olacağına varıyor bir şekilde.. O zaman neden çok fazla düşünüp, çok fazla sorguluyoruz ki diyorum kendime...

Son zamanlarda gördüm ki; hayatımdaki herşeyi kontrol edip, mükemmeliyetçi yaşamaya çalıştıkça; herşey kontrolümden çıktı ve herşey sıradanlaştı.. ve akabinde de ben sorgulamalarıma rağmen yine de akışına bırakmaya karar verdim...ve bunu yapıyorum bir süredir..  İşte bu güzel bir adım... kendi adıma...

İşte tam da bu noktada, yani sorgulamalara rağmen akışına bırakırken hayatı, bizi tutan aslında tek bir olgu var(mış) :  "Umut"...  

Benim kendimden umudum var... 

EcE

Ee bu yazının sonuna da Mazhar yakışır... Benim Hala Umudum Var... Ama Herşey Çok Güzel Olacak filmi eşliğinde :D

 

Alayına koalayım :)

Bugünkü hâletiruhiyem:)
Tüm müşterilerime böyle cevap vereceğim ben de :D



27 Kasım 2011 Pazar

Huzur-suz

Bazı zamanlar çok yazmak isteyip de iki kelimeyi bir araya getiremiyorum ya, işte o anlarda huzursuzluğum tavan yapıyor ve iç sesimde boğuluyorum... 

Beynimde ve yüreğimde o kadar çok şey var ki... ve yazmazsam patlayacak gibi oluyor ama yapamıyorum.

Bırakayım da iç sesimin huzursuzluğu, bir süre daha içimi şişirsin... Nasılsa birilerinden/birşeylerden acısı çıkar bunun! 

Hiç olmadı Behzat Ç. seyredeyim bari.. İç sesimi biraz olsun susturur amirim:)

Haydi iyi pazarlar size.. 

EcE

Noktalı cümleler...

Doğum günümün yani 26 Kasım'ın ilk dakikalarına Çağan Irmak'ın "Dedemin İnsanları" filminde girdim.. Salya sümük çıktık yine.. Tüm sene ağlamam umarım :) 

Filmde geçen bir cümleye takılıp kaldım..  Aslında benim geçenlerde yazmak isteyip de toparlayamadığım düşüncelerimi özetledi.. Tam hatırlamıyorum ama yaklaşık şuna benzer bir cümleydi : "Nokta ile biten cümle, tamamlanmamış/bitmemiş cümleden daha az acıtır aslında..." 

Ben de bu sene bitmemiş/yarım kalmış cümleler istemiyorum hayatımda..

Varsın noktalı olsun.. 

Ee doğum günüm de kutlu olsun :)

EcE

25 Kasım 2011 Cuma

Huni kafası : ecezen...

Prospektüs :
Formülü : 20 gr. Fluoksetin hcl kapsül tablet (ağızdan alınız lütfen.. saçmalamayın!)

Farmakolojik Özellikleri : Dakka 1 gol bir.. bu konuda çok bilgi sahibi değiliz.. Dokularda dağılımı hızlıdır diyorlar ama sinir sistemi üzerindeki etkileri de Sabri'nin ayağa orta yapma olasılığı kadar azdır aslında.. yani rahat olun... Doz aşımında acayip etkilere yol açabilir ama henüz o kadar çalışamadık, o etkiler ne olur bilemiyoruz.. Almayın bu ilacı çok fazla şimdilik... Nerde çokluk orda bokluk malum.. Kararında al!...

Endikasyonları : Depresyon, agresyon, bir kendini bilmezlik, bir adamsendecilik.. bir adamsendeciliğe bağlı anksiyete, obsesif-kompülsif vakaların tedavisinde acil olarak kullanılması gerekir. Majör olsun minör olsun depresyon türlerinden kıllanan insanlarda da kullanılır ama karşılaşırsanız şiddetle kaçının!..

Kontrendikasyonları : Kapsül şakaya aşırı duyarlı hastalarda kullanılmamalıdır. Monoamin oksidaz inhibitörü ile birlikte (adı afili geldi çıkarmadık) kullanılan ve kısa bir süre önce alkol kullanımını artırıp bir sonraki boyuta geçen hastalarda ciddi, bazen ölümcül reaksiyonlar nöroleptik maliyn sendromuna benzer özellikler görüldüğü bildirilmiştir. Kim bildirmiş bilmiyoruz, bir dost aramış!.. Bu nedenle ece-zen ilk kez kullanıldıktan sonra 14 gün içinde kullanılmamalıdır bunu bilir bunu deriz.. şimdilik... kontra yapmış rakibe karşı hemen faul yapmak psikolojisinde değiliz aslında ama yine de savunmaya geçmemek lazım..

Uyarılar/Önlemler : Arkadaşlarla yapılan çalışmalarda %4 oranında döküntü ve/veya sıkıntı görülmüştür. Nadir de olsa döküntü görülen hastalarda acil rakı isteği tespit edilmiştir. İlacın özellikle alkolle birlikte kullanımı önerilmektedir. Rakı ile kullanın ama araba kullanmayın.. zaten alkol aldınız ehliyeti 6 ay kaptırmaya gerek yok arkadaşınıza verin arabayı... geçin sağa.. sağ yanlış olsa da yön olarak bi 2 dk geçin yadırgamayın..

Hamilelerde emniyeti kanıtlanmadığından hamile kadınlarda gerekmedikçe kullanılmamalıdır. ama yine de canınız çektiyse, aş erdiyseniz, içinizden geliyorsa yani bi tadına bakın..

İlaç Etkileşmeleri : yok böyle birşey.. rahat olun.. senden gördüm ondan etkilendim; moda bu, böyle yaptım, falan yalan.. insanın içinde ne varsa o!.. etkileşme kardeşim.. neysen o ol! yalan gerisi..

Yan Etkiler :Sersemlik, bir ben burda napıyorum durumu, bir o son birayı içmeyecektim hali, o son mesajı atmayacaktım çelişkisi, o şerefsizi getirin bana sorunsalı, seviyorum ulen olgusu bildirilmiştir. Baş ağrısı, sinirlilik, uykusuzluk, sersemlik, anksiyete, titreme, baş dönmesi, yorgunluk libido azalması da olabilir. Sevmiyorum ulen seni yanılsaması, sen var ya hallisünasyonu.... hepsi ayrı ayrı ya da beraber topluca olabilir, endişeye mahal vermeyin.. sakin olun...

Etkileşimler : Sarı lacivert renklerle kullanılmamalıdır.. . Yüksek oranda uslüp yanlışı yapılırsa vücutta ciddi hasara yolaçabilmektedir. Stabil olan kan düzeylerinin iki katının üstüne çıkmasına yol açabiliyormuş da ayrıca. Panik anına gerek yok.

Kullanım şekli ve dozu : Önerilen doz günde bir kez 20 mg dır ve sabah uygulanabilir. Ha ben adamsendecilik yaparım istediğim zaman alırım derseniz, akşama doğru alın bari de bağırsaklarınız çalışsın uyumadan önce bir rahatlayın.

Saklama Koşulu : Hava sıcaklığı hissedilen 20 olsun yeter.. hissetmen önemli ama burda.. gerisi yalan..

Ticari şekli : bundan para kazanma olaslığım eksilerde sanırsam o yüzden bırak da rahatça yazayım sadece...

Üretim Yeri : Ortaköy

Ruhsat Sahibi : Huni Muallim..
Penceresi cam cama...
Selam söyle amcama...

32'den bir gün önce....

Temmuz ayında yazdığım bir yazıya baktım da..
31,5'tan 32 yaşındayım demişim..
Hayat garip ama yine de güzel diyerek bitirmişim hatta.. 
32'den önceki son çıkış hesabı; yarın olmadan, 32'yi bitirmeden demek istiyorum ki : bu sene çok sevimli geçmese de benim için, kendimi dinlediğim ve daha iyi tanıdığım bir yıl oldu...
Galiba bu sene çok büyüdüm.. 1 yaştan da fazla...
Yarınki doğum günüm kutlu olsun...
Hayat herşeye rağmen güzel..ve anladım ki tadını almayı bilmek gerek sadece ve bazen de akışına bırakmak..

EcE


23 Kasım 2011 Çarşamba

Cihan K.

2010 yılının Temmuz ayından beri bu blogda yazıyorum. Aslında yazılarım çok çok öncesine, taa ortaokul yıllarıma kadar gidiyor ama sanal ortama taşıyalı bir yılı geçti diyebiliriz. Sonuçta bu süre zarfında, çok fazla politika, dünyada ve Türkiye'de olan bitenler, gündemdeki olaylar vs.. konularına hiç girmedim. Girmek de istemedim açıkçası. Sadece basitçe yaşadıklarım, okuduklarım/dinlediklerim/seyrettiklerim ve insan ilişkilerinde gözlemlediklerim vs hakkında yazarak ve bunu da aslında gerçekten de küçük bir çerçeveden dışarı çıkmayarak yaptım.

Yalnız birkaç aydır canımı sıkan bir haber var. Aslında bu haftaki Penguen'de ya da Uykusuz'da okuduğum gibi (aradım ama hangisinde bulamadım açıkçası, kaynakta yanlış olmasın) "Türkiye hergün yeni bir sabaha utanıyor". Evet o kadar çok utanç verici haber var ki acaba Ece hangisine canını sıktı diyeceksiniz, e haklısınız...

Cihan Kırmızıgül... desem yeterli olur herhalde.. 

Eğer biraz olsun yazılı/görsel basını takip ediyorsanız ve sosyal medyayı kullanıyorsanız... 

Cihan Kırmızıgül...
 
Galatasaray Üniversitesi Endüstri Mühendisiği öğrencisi iken; yanlış zamanda, yanlış yerde poşu takmak tek suçu.. Kağıthane'de bir market önünde yapılan, molotofkokteyli de atılan bir eylemden sonra tutuklandı.. 22 aydır tutuklu... Tekirdağ F tipi cezaevinde.. Ahmet Kaya'nın şarkısındaki "Diyarbakırlıymış adı Bahtiyar suçu saz çalmakmış, öğrendiğim kadar" dizeleri geliyor direk aklıma.

Çok fazla detay bilmiyordum aslında ilk okuduğumda bu haberi ama daha sonra duruşmaya giren ya da duruşmayı yakından takip eden öğrenci arkadaşlarımdan, üniversite hocalarımdan, oluşturulan Tutuklu Öğrencilerle Dayanışma İnisiyatifi'den, sosyal medyadan birçok şey öğrendim ve okudum. Son olarak da, dün akşam itibariyle 16 Kasım 2011'deki duruşmanın tutanağını okudum.

O kadar büyük bir boşluk hissi yaratıyor ki insanda sunulan deliller, ifade değiştiren gizli tanık, polislerin çelişkili ifadeleri ve istenen 45 yıl.. Karnına tekme yemiş hissi gibi.. her okuduğumda... 45 yıl.. insanın ağzına bile büyük geliyor...

Adalet anlayışının, sonundaki "t" harfinden kopuk "adale" sistemine dönüşü; net bir şekilde artık güç savaşına dayandığı memleketimde daha neler olacak acaba...  korkuyorum... 45 yıl... Kırk ve beş...

Son duruşma 9 Aralık'ta.. İyi habeler gelse keşke ama görünen o ki iyi şeyler olmayacak...

Özgür Mumcu ve Yıldırım Türker'in bu konuda köşelerinde yazdıkları, okumak isteyenler için ekteki linkte...
Tüm bu haberleri okuduğumdan beri Batman'dan aldığım poşuyu rafa kaldırdım.. 

Korkutuyorlar... 

Korkuyorsunuz
Korkuyoruz
Korkuyor
Korkuyorsun ve
Korkuyorum!!!

20 Kasım 2011 Pazar

Yanıl(sa)ma...

Foo Fighters dinliyorum üstüste... 

"So shame on me for the ruse"  derken aklıma düşüyor...

İnsanın kendini kandırması mümkün (mü)? Kendiyle oyun oynaması...

Hayatta bazen sapına kadar inanmak istediğimiz için, bazı gerçekleri görmezden geliyoruz...  

İç seslerimiz aklıma geliyor sonra..

Hani geçenlerde susmuştu ya...
İşte o... 


İç ses belki arada susar ama iç sesinden asla kaçamazsın! Suskunluğu elbettte geçicidir..

Ama ya dış ses!... dış sesinden kaçabilirsin çok kolayca... Kaçtıklarınla yüzleşmek içinse sadece  "içler dışlar çarpımı" yapmak lazım aslında... Hayatımın son yıllarında gördüm ki ben iç sesimle dış sesimi yüzleştirmediğim zamanlarda; sonuçları ertelediğim için, ertelediğim o sonuçlar yaşanınca hep daha çok üzülmüşüm... Üzülmeyi erteleyerek üzülme katsayımı artırmışım..

Bilinen gerçeklerden kaçarak...
Kaçmak isteyerek...
Saklanarak..
Yanıl(sa)malarına izin vererek... 

Aynada onlara bakıyorum şimdi... 

İçler dışlar çarpımı sonrası kendimi sadeleştirmek adına...

Sesli not : Foo Fighters fonda hala devam ediyor....

16 Kasım 2011 Çarşamba

Tebrikler... Oyunu kazandınız!!

Ruhlarımız hiç de hür değil...

Kendi yörüngemizde dönüp duruyoruz diyorum ya hep... işte ruhumuzu da çerçeveletmiş asmışız evimizin bir köşesine... ama kare, ama yuvarlak, ama dikdörtgen, ama yamuk..  Alan(ım-ız), çerçeve(m-iz) belli..

Karşısına geçmiş bakıyoruz çerçevenin; arada düz durmuyorsa hayat duvarında, elimizle düzeltip hizaya getiriyoruz. Ama içindeki resmi o çerçeveden ve/veya o çerçeveyi o duvardan hiiiiç çıkarmıyoruz. Haa çıkarmak istemiyoruz belki de... onu herkesin kendi beyni bilir.. birşey diyemem...

İçimden geldiği gibi davranmak/yaşamak isteyip de yapamadığım zamanlarda, ben de kendimi kanepede oturmuş duvardaki çerçeveme bakarken buluyorum! ve buna amiyane tabirle kıl oluyorum... Kendimi resmen hapsedilmiş, elim kolum bağlanmış gibi hissediyorum ve hissin bedeli de ağır oluyor... Bu zamana kadar çok derinlerde saklanmış ama konu "içinden geldiği gibi davranmak" olunca, istenmeyen ot hesabı egolarımız yıldırım gibi düşüyor ve hapsediyor belki de bizi... belki yanında bir tutam da çevre faktörü.. yarım çorba kaşığı aile baskısı... bir kibrit kutusu "karşındakinin tepkisi" korkusu...bir porsiyon endişe.. ne ararsan var çorbada... bütün kızlar toplandık şeklinde birden geliyorlar sana çat kapı... ya bir sakin olun, bir sorun müsait misin diye.. tek tek gelin yahu diyorum... tek tek algılamaya çalışıyorum kendi yarattığım ilüzyon ile.. karşılarında durmaya çalışıyorum ama o kadar çoklar ki.. beynin sorgulama katsayısı çarpıyor/çırpıyor bir de onları üstüne...  



Ben onlara karşı zaman zaman savaşımı kazanıp içimden geleni yapıyorum... ama bazen de çok pis yenik düşüyorum.. Belki de en başta gelen "ego" seviyesini geçsek, 3 canımız da bitmeden oyunu bitirip, bu oyuna altın harflerle adımızı yazdıracağız :)  

Ben yine de bu oyunu, başa dönme korkusu olmadan her seferinde oynamaya devam edeceğim... ısrarla..

Çünkü bu benim...

İşte o "her bir seviyeyi" tek tek atlayarak ve içimden geldiği gibi yaşamaya çalışarak :D     


14 Kasım 2011 Pazartesi

(h)iç ses...

Sizin (h)iç sesinizin bile sustuğu oldu mu?
Benim oldu...
               ve bu sessizliği hiç sevmiyorum....

EcE

11 Kasım 2011 Cuma

Kelimelerimle saklambaç oynamak!!!

Bu resmi biraz önce ağabeyimin facebook hesabında gördüm.. Bayram arefesinde, cumartesi günü Ankara'da tüm aile yemek yemiştik ve ertesi gün Samsun'a gideceklerdi.. Gittiler.. Resim de orda çekilmiş...

Mayıs 2005'ten beri Samsun'a gidemiyorum.. Gidemiyorum dedim çünkü aldığım tüm uçak biletleri ya iş yüzünden ya ekstra durumlardan dolayı iptal ettirilmek zorunda kaldı bu zamana kadar... Tatil zamanlarında da güney şehirleri tercih edildi.. 

Bu durumdan çok memnun değilim.. Hala gitmek istiyorum..

Gerçekten çok istesem, çoktan giderdim belki de bilemiyorum.. Yani bazen böyle düşünüyorum... ve kızıyorum kendime... Ayaklarım geri geri gitmiş gibi hep..  Hatırlatacaklarından kaçtım sanki hep.. Fransızca tabiri ile "Fuite en avant" yaptım.. Erteledim... ve gelecekten kaçtım.... Kaçıyor(d)um!... 

Bu resim bu akşam beni, gördüğüm andan beri ağlatıyor!! Bizim evimizin önü.. Babamı burdan uğurladık.. Ağabeylerimle en hınzır, en komik anılarımı bu evde yaşadım! İlk sinememaya gidişim, bu evden çıkıp oldu :) 

O kadar tuhaf ki.. kelimelerimle saklambaç oynuyorum bu sokakta şu an...
Neden bu kadar takıldım kaldım bu fotoya bilemiyorum... Bakıp bakıp duruyorum.. Son iki gündür de ruh halim çok iyi değil zaten.. Onun da tabii etkisi var ama bu fotoğraf bana çok şey anlatıyor... ve beni dürtüyor..

 Ertelediğim şeyleri yapmak adına...

10 Kasım 2011 Perşembe

Zam"AN"

Bir süredir zaman algısı ile ilgili yazmak istiyordum... Ama Mazhar'ın şarkısında dediği gibi "5 dakikada değişir bütün işler" şeklinde bir hayat algısı içindeyim 3 haftadır.. Zaman da beni içine aldı yörüngesinde döndürüp duruyor.. Fırlatıp atmasını bekliyorum dışarıya doğru ki bir kendime geleyim noluyor anlayayım...

Bunları düşünürken bir yandan, adıyla sanıyla ve zamanlaması itibariyle cuk oturan "In Time (Zamana Karşı)" filmine gittim bayram sonu (bayram sonu dedim yine bir zaman belirtmek adına.. çok detaycıyım ya.. )

Neyse efendim.. Filme gidenler, gitmeyenler, yorum okuyanlar, eleştirilere bakanlar vs işte onlar bilirler ki film zamanın para olduğu yeni  bir dünya düzeninde insanların ölümsüzlüğün peşinde koşarak hayatta kalma mücadelesini anlatıyor özetle.. Zamanın az kaldığında daha fazla çalışıp zaman satın alıyorsun ya da zaman bankasından borçlanıyorsun vs.. Fikir enteresan.. Açıkçası hoşuma gitti ama daha iyi yapılabilirmiş diye de düşünmedim desem yalan olur.. IMDB 6.8 vermiş.. Biraz hakkını yemiş.. Benden bir 0.5 daha ekleyin siz ona.. Bence film 7.3'lerde daha iyi duruyor, fikren en azından hakediyor :))) Justin Abi de kendinden beklenenin üstünde performans göstermiş diyebiliriz..

Neyse yine daldım gittim konudan uzaklaştım.. 

Derken birden Kenan Doğulu'nun "Tutamıyorum Zamanı" adlı şarkısı aklıma geldi.. Her insan evladı o şarkıda kendisini terkeden kişiye bir serzenişte bulunarak söylemiştir bu şarkıyı herhalde..özellikle kadınlar... haydi gel artık zaman akıp gidiyor sevdiceğim.. inat etme ah ah...  Söylememiş olsa da söylesin insancıklar, güzel şarkıdır vesselam:D 

Yine konudan konuya sekiyorum... 

Keyfim mi yerinde? Bilmem... Zamana bıraktım, o söylesin...


Efendim zaman algısı bir garip dönmedolap.. farklı renklerde.. kendi ritminde dönerken, birden hopp duruyorsun, sonra dönmeye devam ediyorsun.. ne kadar bekleyeceğin belli değil ama... ha bir de yanında kim var, o da önemli... zaman algında yanındaki kişi de ciddi bir rol...  baktığında aslında yörüngen belli, hızın belli ama sen onu, döndükçe farklı görüyorsun.. arada başın dönüyor.. yanındakini de farklı görüyorsun.. durduğunda çok yüksekteysen bir kalbin hop ediyor.. hoşuna da gidiyor bir yandan.. ama inmek de istiyorsun.. hayattaki çelişkiler gibi.. aşk gibi.. bir garip dönmedolap azizim!!..

Eee iyi şeyler yaşadığında da zaman gösterir diyorlar, kötü şeyler yaşadığında da en iyi ilaç zaman diyorlar.. Düşündüm de 2003 Ağustos'unda eksildiğimde de zaman girmişti devreye.. Şimdi bakıyorum da zaman geçtikçe (sağımdan, solumdan, yanımdan, öteden, beriden...) kabullenmişim.. Pozitif bir kabullenme-zaman korelasyonu var... Ne kilit bir olgusun sen ey zaman.. Herşeye hükmediyor musun gerçekten de? İyisin hoşsun da buna cevap veremeyecek kadar da yoksun!!... 

Neyse dağıldım yine.. 

Garip bir akşam oldu..  Farklı ruh hallerime büründüm yine.. Gel-gitlerden de belli..  günün farklı zamanlarında...Bir garip dönmedolaptı perşembe... Dolunay da var.. ondan olsa gerek...  
Ha bu arada o kadar kelam ettik.. noldu.. algın istediğin kadar değişsin.. zaman geçip gidiyor.. ah ah.. Önemli olan "an".. Baştaki "zam"ı at gitsin.. zaten kelime anlamı olarak da hoş değil :) 

An..
Şu an..
(nasıl + kiminle+ nerede)*olduğun... parantezi açın isterseniz... cümle içini genişletmek adına... ben sadeleştirdim sadece... 

Haydi iyi (g)eceler olsun size.. 

3 Kasım 2011 Perşembe

Bilme(ece)...

The Ballad of Sacco and Vanzetti-Stephane Pompougnac 

Dün akşam güzel bir insanla sakin bir restoranda keyifli muhabbet edip yemek yerken duydum bu şarkıyı 

ve "ben bunu dinlemiştim bir yerde" oldum.. 

 ve direkt dedim işte o hoş ritim...  o yumuşak tını... 

aslında bu tip şarkılar dinlemem ama tınısı hoşuma gitmiş bir şekilde...

ama ne zaman.. nerde... kimlerle.. dinlemişim..  hatırlamıyorum... 

belki bir filmde... belki TV'de... belki radyoda...

birşeyle özdeşleştirdiğim için belki de... 

offfffff

bir süre daha bulamazsam delireceğim sanırsam :)

 

 

CeyDi vs JeDe..


Hayatı Jak Danyel'in dolu tarafından görmek :) 


2 Kasım 2011 Çarşamba

Boş..luk...


Woody Allen sevdiğim bir yönetmendir... 

Birçok filmini gördüm..

Analizleri, işlediği insan ilişkileri, aşklar, cinsellik ve seçtiği mekanlar... ve konuyu değiştirip çok farklı açılardan sunması... seni birden başka düşüncelere, hayallere sürüklemesi...

İşte hepsi çok lezizzz...

Yıllarca bana da birçok farklı duyguyu farklı şekilde anlattı... Sorgulamalarımın açısını ve belki de acısını değiştirdi...



Son filmini "Midnight in Paris"i de seyrettikten sonra, yine dudağıma yapışmış tebessüm ile sinemadan çıktım. Beni aldı götürdü... ve de tabi ki Paris anılarıma da... Yıllar geçse de hala o sokakları gördüğümde içim cız ediyor ya... garip... 

Ve filmden sonra farkettim ki varlığımın yarattığı boşluğa çare bulmaya çalışıyorum hala... ve bu durum karşısındaki baskı altında cesaret göstermem gerekiyor!

Allez Ece!!

Hakkımda

Fotoğrafım
55...Hayalperest...Invisible hand'e inanmayan bir İktisatçı...Pinponcu... Sarı... Kırmızı... Arada da çelişki duvarına işiyor...