11 Şubat 2014 Salı

Kalmak mı zor, gitmek mi zor!

Bu aralar çok az yazar ama çok sık sesli ya da sessiz konuşur oldum.


Kendi dünyam içinde düşüncelerimi kağıda dökmek yerine; daha interaktif olanı, arkadaş, eş, dost sohbetlerini tercih ediyor ya da düşünce balonlarının içinde kendimi havada uçuyor buluyorum. Aslında sebep sonuç ilişkisi içinde (belki de!) daha az kitap okuyor olmamdan da kaynaklanıyor diyebiliriz..


Bu aralar çokça konuştuğumuz konulardan biri de buralardan gitmek..  Her beyaz yakalının birçok kere düşündüğü ama büyük çoğunluğun hiç aksiyon dahi almadığı bir olgu bu. Geçenlerde Skype'tan Samsun'dan bir arkadaşımla konuşurken "Yahu siz nasıl tahammül ediyorsunuz İstanbul'daki hayata" deyince hepimiz gitmek istiyoruz bakma işler güçler vs dediğimde "Tabii tabii hep böyle dersiniz ama hiçbiriniz de ordan ayrılmazsınız" dedi.


Bir laf/cümle neden klişe olur diye düşündüm sonra.. Gerçek yahu işte klişe mlişe.. Sonra #beyazyakalı hashtag'i ile esprili yazılan bir maniyi okudum, akabinde ekşi sözlükte İstanbul'a iş görüşmesine gelen İzmirli bir gencin yazdıklarını ve yine ekşi sözlükte "iş hayatı" başlıklı bir yazıyı... İnsan bu tip yazıları her okuduğunda kendinden birşeyler mi bulur ya!.


Aslında, Paris'ten döndükten sonra her ne kadar travmatik bir dönem geçirmiş olsam da İstanbul'a 1997 yılında aşık olmuştum ben.. İstemeyerek geldiğim İstanbul'a tek aşinalığım, babamın üniversite anıları ve Yalova'ya halamın yazlığına geldiğimizde 2-3 günlüğüne gittiğimiz Ethem Efendi ve Bağdat Caddesi idi. Hep uzak, hep ürkütücü gelirdi İstanbul. Adı bile ağza kocaman geliyordu sanki!..  Fakat daha sonra kopamayacağımı sandığım bir yer oldu bu koca şehir.. Her ne kadar bir yerlerde yaşamış olsam da, yaşayacak olsam da döneceğim nokta yine İstanbul olacak gibi gelirdi. İnsan halbuki nelerden vazgeçiyor hayatta.. şöyle etraflıca bir düşününce...


İşte bu aşkın sonunu yaşıyorum artık.. 16 yıllık aşkım galiba bitmek üzere.. Çünkü  İstanbul kendinden nefret ettirmek içi elinden geleni yapmaya devam ediyor.. Her geçen zaman daha da uzaklaştığımı hissediyorum bu şehre.  Bu yorucu şehirde normalleştirdiğimiz hayatlarımıza şöyle uzaktan bakıyorum da, başkalaşıyoruz her geçen gün...


Daha iyi evlerde oturmak, daha iyi kazanmak, daha çok tatil yapmak ve daha az çalışmak, daha az insanla görüşmek, daha sağlıklı yaşamak, daha az politika ile ilgilenmek, daha çok kendini düşünmek, daha steril bir hayat sürmek, daha az stres adına klişe hobiler edinmek, daha ile başlayan binlerce olgu...


Hep "daha.. nokta nokta...." istiyoruz... Hiç mutlu olmuyoruz.. Mutsuzluğumuzu "daha"lar üzerine kuruyoruz ve bir illüzyonu yaşıyoruz. Mutlu gibi görünmek istiyoruz ama kocaman bir yanılsama yaşıyoruz.. Mutsuz mutluyu oynuyoruz...


Ne için? Klişelerin içine gömülmüşüz farkında değiliz..


Kabuktan biraz çıkmak için belki de İstanbul'dan çıkmak lazım.. Kendini götürdükten sonra ne değişir demiş ya şair,  iyi demiş ama İstanbul da bu kafaca kaçma işini bayağı bir zorlaştırıyor be Can Baba!.. Yardımcı olsa halbuki biraz belki biz de aşkımızı devam ettireceğiz.. Ama nafile..


Gitmek mi zor kalmak mı zor..  Sabah saat çaldığında sürekli bastığımız "ertele" tuşu gibi, istediğimiz hayatı erteliyoruz sürekli.. Klişelere boğulduğumuz bu uyku bir şekilde tatlı geliyor...


Ama galiba artık uyanmak lazım :)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Hakkımda

Fotoğrafım
55...Hayalperest...Invisible hand'e inanmayan bir İktisatçı...Pinponcu... Sarı... Kırmızı... Arada da çelişki duvarına işiyor...