Yazları sıcak ve kıyak, kışları soğuk ve göz ya(ğı)şlı bir insanım...
Ne yaparsam yapayım hatta ne yaşarsam yaşayayım bu hep böyle oldu.. hiiiç değişmedi... bol "i"li bir halde...
Misal hava 5 derece iken ben -15 hissettim hep kışları... ya aslında bu hava durumlarındaki "hissedilen şu kadar" hadisesini de hiç anlayamamışımdır, nasıl ölçüyorsun yahu?... Haydi benim içim/yüreğim/beynim üşüyor da sen her ilde 50 adam toplayıp "Abi kaç hissediyorsun" deyip ortalama mı alıyorsun kardeşim? Amacın ne?:) Valla bu konuda da ciddi meraktayım ama neyse haydi konuyu dağıtmayalım, bu minvalde 35'lik abi ile yeteri kadar geyiğin dibine vurmuş bir insan olarak uzatmayayım, her an geyik çıkartabilirim şapkadan :)
Neyse efendim... özetle kıştan hep nefret ettim... Hem de sonbaharın Kasım ayının sonunda, kışa yaslanmış günlerden birinde doğmuş olmama rağmen... Ayrıca da sağlam bir istatistik olarak (tesadüflerden uzak) 32 yıllık kış geçmişimde bayağı bir depresyon deneyimi yaşamışımdır... Can Baba der ya hani "Kartvizitinde onca ayrılıkların birinci dereceden failidir" diye.. işte o hesap, benim kartvizitte de buna ek olarak onca kış depresyonlarının birinci dereceden kurbanı yazabilir..
Kasım sonu uyuyup şöyle ne bileyim Nisan sonunda kalksam :))
Hahaha çok abarttım sanırım... Ama neyse işte yine aylardan "Kış" mevsimlerden "Ocak" maalesef... "Kış"ı beyninden vurup gitmek var aslında aklımda ama plan yaptıkça plansızlaşan hayatımı şu ara geldiği gibi yaşıyorum... Hep üç noktalı... yüklemsiz... öznelerim de gizli zaten...var(mış) gibi yapıp cümlede saklanıyorlar...
Biraz güneş, sıcak hava, bir parmak arası terlik bir insanı nasıl değiştirir derseniz valla ben direk Dr Jekyll and Mr Hyde hesabı (yeni tabirle stayla) bambaşka bir insana bürünüyorum yazın ve de kışın... sürekli bu zıtlıkları yaşayarak şu ahir ömrümde...
Yine yazıya başka konulardan bahsetmek için başlamıştım ama yine aldım başımı gittim...
Yaz modumu özledim... Ya kızıyorum kendime aslında... böyle depresif hallerimi sevmiyorum... sesim tek çizgiden devam ediyor sürekli... doğan görünümlü şahin hesabı (stayla), sürekli mutlu görünümlü mutsuzu oynuyorum... bir bitkinlik... bir bırakmışlık... sıkıntılı can... Planlar yapmaya çalışırken, biraz ümitlenirken kursakta kalan sevinçler ve elde kalan boşluklar... Bir kere daha gördüm ki şu son aylarda : hayatı kontrol altında tutmaya çalışınca, geriye yaşanabilecek çok az hayat kalıyor(muş).. bu sıra tek sevdiğim şey, bol bol kitap okuyup, evde miskinlik yapıp, film seyretmek ve farklı müzikler dinlemek...kahve eşliğinde.. Başka hiçbir şey yapmak istemiyor canım derkeeennn bugün bir arkadaşımın gönderdiği eski bir Can Dündar yazısı ile kendime geldim biraz olsun... asıl yazmak istediğimi yine sona saklayarak maymun iştahımı tatmin ettim ayrıca...
Sizlerle de paylaşmak istedim.. küçük sevgili okur grubum :D
Tamam hayat öyle basit olmuyor, insan beceremiyor ama sürekli bunu hatırlayıp insanın kendi kendine telkinde bulunması lazım (biliyorum çelişiyorum an itibari ile ama yapmak lazım).. Böyle hatırlatacak şeyleri (bir yazı, bir kişi, bir iş, bir bir bir bir vs.. ) yanımızda bulundurmamız gerek ben bunu anladım. Düşünmeye vakit bırakmamak, insanın bunları kendi gözünün içine sokması lazım:) Ben en azından kış aylarında okuyacağım yazıyı buldum... Teşekkürler gönderen dostuma...
Yazının sonunu da yukarıdaki siteyi açmaya üşenenler için ekliyorum :
...........
Hayat bazen, sonuncuyu çoktan yaşatmıştır size, esaslı bir finali bile çok görür; bazense “Bir daha olmaz” zannettiğiniz şeyi, ummadık anda karşınıza çıkarıverir.
En iyisi her şarkıya son kez dinler gibi kulak vermek, her baharı bir dahakini göremeyecekmiş gibi içine çekmek, her dostla, ana babayla son buluşmaymış gibi sımsıcak kucaklaşabilmek, her aşkı en sonuncuymuş gibi doyasıya yaşayabilmektir.
.............
EcE
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder