19 Nisan 2012 Perşembe

Başımı döndürecek olan var mı?

Sağ köşede bulunan, "hangi ay kaç yazı yazılmış" köşeme baktım da özellikle son 3 aydır giderek azalan bir sıklıkla yazmışım...

Ne zaman daha az düşünmeye, daha az üzülmeye, sorunları daha az kafaya takmaya, daha az başkaları için yaşamaya, daha az sorumluluk almaya karar verdim ve de bunları ciddi ciddi uygulamaya başladım; işte ters korelasyon ile, o kadar da az yazmaya başladım.. Yazamıyorum ya da.. Kafayı toparlayamıyorum.. konsantrasyonumu tek bir alana yoğunlaştıramıyorum; kafa belki herşeyle aynı anda ama her biri ile çok çok daha az meşgul... Maymun iştahım da kabardı haliyle... Ağzının suları akıyor beynimin ve yüreğimin farklı köşelerine... ve ben bu sularla arınıyorum... gün geçtikçe.. kendime doğru...  

Bu sürecin içinde, sağında solunda, bazen tam ortasında, bazen kıyısında köşesinde, bazen de çizgisinin tam üzerinde tarif edemediğim gariplikler (iyi/kötü) yaşarken, aklımın ucundan hiiiiiiiiç geçmeyen bir olay oldu ("i" ne kadar fazla ise etkisi de bir o kadar çooooook oluyor; "o" ne kadar fazla ise niceliği de o kadar büyüüüüüüük..... sarmalından çık çabuk!!).

İşte bu olayın içeriği/kişisi/mekanı/zamanı bana kalsın...

Bana kalsın ama beni yine derin düşüncelere itti desem yalan olmaz...

Yine döndüm kürkçü beyin tükkanıma... ben bilmem beyin biler saatlerine...

Hayat çok garip valla.. dünya da çok küçük.. hiç olmayacak/ hayatta olmaz dediğin şeyler olabiliyor; beklediğin ve olması kesin olan şeyler rotasından sapabiliyor ya da çıkmaza giriyor ve olmuyor... pamuk ipliği tabiri de boşuna çıkmamış malum... herşey "an"lık.. birdenbire değişiyor.. Mazhar'ın dediği gibi "5 dakkada değişir herşey".. Hayat(ım) sürekli bir Sliding Doors etkisi ile devam ediyor şu ara... 

Şaşırıyor muyum? 

Aslında hayır...

Alıştım sanırsam... Böyle oldukça da yine kendimle çelişip; eee o zaman madem daha az düşün, daha az üzül, daha az kafaya tak, daha az başkaları için yaşa ve daha az sorumluluk al diyorum kendime... 

Ee başa döndük mü yine? 

Çemberin bir yerinden yürümeye başlayınca malum dönüp dolaşıp aynı yere çıkıyorsun... sen ne yaparsan yap bu süreç yuvarlak azizim...  İçinde ya da dışında olmak kadar, çizginin üzerinde olmak da bir tercih belki de... 

Ben çemberimin çizgisi üzerinde dönüp duruyorum bu ara...

"Baş dönmesi" başlayıp da beni içeri ya da dışarı savurana kadar...

Baş dönmesi derken... başımı döndürecek olan var mı?...

9 Nisan 2012 Pazartesi

Yaralarıyla mutlu olmaya daha yatkın bir kültürün içinde boğulmak...

Meral Okay, vefat eden eşinin ardından bir yazı yazmış; şimdi kendi vefatının haberini gazetede okurken, haberin altında eşine zamanında yazdığı yazıyı okudum... Yazıyı okuma zamanlamam ironik tabii...

İliklerime kadar duygulandım...

Ne güzel...

Zamanımızda bu kadar güzel ve yoğun yaşanan aşklar olmadığı için de kendi halime/halimize yandım.. Gerçek "o" ile karşılaştığında bile ve aşka sonuna kadar inandığında dahi yaşanan korkular, sorgulamalar, kaçmalar, gurur oyunları... vs vs... aklınıza ne gelirse... ne kadar saçma..  göçüp gidiyorsun işte.. bir gün birdenbire "yok"sun... ve herşeyden yoksun bir şekilde... e ne kalıyor elde avuçta... koca bir hiç.. yaşadıkların yanına kâr ama onları da içinden geldiğince yaşayamadıktan sonra ne değişir ki...

İşte o yazdığı yazının son paragrafı... Söylediği gibi yaralarıyla mutlu olmaya daha yatkın bir kültürün içinde yaşıyoruz; ben gerçekten de bu mantalite içindeki insanlardan boğulduğumu hissediyorum... Tanıdığım tanımadığım tüm korkaklara gelsin bu yazı(m)...
.............
Biz birçok defa sabah uyanıp birlikte gün doğumunu seyreder, ne bileyim çingene vapuruna binip sabah erken Boğaz’ı turlardık. Bugün eksik olan ne? Bu topraklarda aşk ve mutluluk kutsanmaz, ayrılık ve acı kutsanmıştır... Birlikteliklerdeki tutku kutsanmaz da, ayrılıklardaki tutku kutsanır hep... Yaralarıyla mutlu olmaya daha yatkın bir kültüre sahibiz biz..

EcE

Hakkımda

Fotoğrafım
55...Hayalperest...Invisible hand'e inanmayan bir İktisatçı...Pinponcu... Sarı... Kırmızı... Arada da çelişki duvarına işiyor...