21 Şubat 2012 Salı

AL-Gı (kını:) çıkarma ....

Oruç Aruoba sevdiğim bir yazardır.. Kelime oyunları açısından da kendinden çok ilham alırım (aldım)!! 

Geçenlerde kitapçıda bir arkadaşıma hediye ararken birden aklıma geldi... Aslında beni bu filozofla tanıştıran üniversiteden bir arkadaşım.. küçük dostum... İlk onun önerisi ile almıştım Oruç Aruoba kitabını ve kitaplarına da devamında doyamadım... Sonrasında o küçük dostumla güzel dostluğumuz, anlamsız muhabbetlerden koptu.. Kulakları çınlasın nerde napıyor bilmiyorum (belki okuyordur şu an.. kim bilir)

Sonrasında tekrar tekrar okudum.... Altını zamanında çizdiğim cümlelere baktım.. Şimdi uyandırdığı hissiyat, götürdüğü düşünceler farklı olunca dedim aslında "Al-Gı" farklı... Artık ne ben o zamanki Eceyim; ne de o, o zamanki kitap... Hatta kesin ne de o, o küçük dostum(dur) artık... 

Yine düşündüm ki algımız ne de hızlı değişiyor aslında... (Bu esnada Yael Naim'den New Soul şarkısı çalıyor.. siz de okurken dinleseniz ya:) 

Algı... AL-dığı ile mutlu... o an... ne aldıysa... o (dur).. 

Algı... mız... biz ne kadar istersek... ne kadar istemezsek... oyun hamuru gibi şekilden şekile... bazen o el yeteneğimiz olduğunu düşünmüyoruz ya işte.. ama aslında hep şekil veren biz değil miyiz yine de?  

Bu akşam sevdiğim bir arkadaşımla rakı muhabbeti yaptım.. O anlattı ben dinledim... Ben anlattım o dinledi... Ama anlattıklarımızı farklı noktalardan anladık belki de.. Biz nasıl AL-dıysak :D Birbirimizi nasıl algıladıysak...Ama ortak noktada buluşuyoruz ki karşılıklı içiyoruz dedim bir yandan da:) Tamam önemli olan bu ama yine de neyi nasıl anladığımız o kadar farklı olabilir ki, insan bunu düşünmeden de edemiyor... Ve o noktada kendini çok yalnız hissediyor ve biraz da "başka"sı oluyor..

Hahahahah yine kafa karışıklığı.. ne güzel :D

Şaka bir yana her yaşadığımız bizi o kadar çabuk adapte ettirtiyor ki başka (....) lara... İçini siz doldurun! Çoğu zaman sorgulmaya bile vaktimiz olmuyor.. Bu neden vs demeden "bu"nun bedelini ödüyor buluyoruz kendimizi... Napalım... Zaman hızlandı... ve hızlanıyor gün geçtikçe.... Ordan oraya... sağdan sola... soldan sağa... aşağıdan yukarıya..
Hızlanıyor....

Algıda seçicilik... İşte anlık seçicilik... Farklılık yaratan kişileri/kıyafetleri/işleri/yemekleri/teknolojiyi ne bileyim kremleri/hardalları ve seni vs vs. sizin aklınıza ne gelirse işte...  seçiyoruz.. bizde o an farklılık yaratanları.....(Büyük Ev Ablukada'nın "lilililerle" adlı şarkısı geldi aklıma:))  

Bunu yaratan/yaradan neyse, kimse; hayatı doğru algılamamızı sağlar hep inşallah :D 

Çok daldan dala atladım yine... ama algı sapıtması yaşıyorum..

E madem öyle Al-Gı-kını çıkarma...da.. sen de...  sus biraz madem... an itibariyle algıda içiciliğin keyfini çıkar :))) diyorum sonra kendi kendime...

Algıda içicilik kafası :D

EcE   

16 Şubat 2012 Perşembe

Çok acayip...

Yazıma başlamadan çok acayip, çok başka ve çok saçma konulardan bahsedeceğimden adım gibi emin(d)im. Çünkü şu ara hayatım çok acayip, çok başka ve çok saçma... Bir ayna olayım da girizgâhıma karşıdan kendime bakarak başlayayım dedim.... 

Önce bir albüm aldım...

30 Aralık... Yahya Dai... Ümit Var Mavi... 

Daha önce yazılarımdan birinde bahsetmiştim ama okumayanlar için tekrar edeyim. Eski mesai arkadaşımın eşidir kendileri. Son zamanlarda özellikle Alt adlı bir mekanda oluyor konserleri. Ona da gittim Ocak ayında.. Keyifli.. Mekan da hiç sıkmıyor insanı.. Kimse üst/üste değil.. Sigara içilmiyor.. Bira ucuz :D Eski arkadaşlarla da karşılaşılıyor arada, hani öyle bir etkisi de var yani..:)

 
Derken bir filme gittim... 

16 Ocak... Zenne... Hayatta insanların yaşadığı ne zorluklar varmış diye düşündüren bir film... İnsan olmanın çok başka olması ve gün geçtikçe, teknoloji geliştikçe, iş dünyasındakiler metamorfoza uğrayıp da yaratıklaştıkça ve garipsediğimiz bir sürü insanla karşılaştıkça... uzaklaştığımız... "Öteki"ni anlamaya tahammül edemediğimiz.. Dinlemediğimiz ama dinliyor gibi yaptığımız... insanlar... başkaları... başkalaşanlar... garipsemeler... Ve de aşkta saçmalamalar...

Sonra bir konsere gittim...

27 Ocak... Büyük Ev Ablukada.. Yapılan işten zevk alma durumuna şahit olma hali.. Keşke bu grubu tanıştırdığım kişi ile konseri seyretseydim dediğim ama yine de çok sevdiğim 55 tayfası ile seyrettiğim konser... Alkolle birleşince iyice hazza dönüşmeler ve tayfa da sağlam içince tabii kopmalar.... 

Derken bir oyuna bilet aldım... 

7 Şubat... Pragma... Seri katilleri anlama içgüdüsü... Asıl dram işlenen suç değil, suçu işlemeye giden yoldur mantığı... Dünyanın en ünlü beş seri katilinin düşüncelerini, inançlarını, hesaplaşmalarını anlatan oyunu Buğra Gülsoy yazmış, yine kendisi yönetiyor. Buğra'yı kızlar (bana söylendiği üzere) dizilerden tanırlar(mış) ama malum baksınlar hatunlar oyunu bir araştırsınlar... Belki dizi izlemekten ibaret olan hayatlarına birşey katar bazı kadınlar... 

Sonrasında aklıma esti bir ülkeye gittim... bilmediğim...

8 Şubat... Rusya...  Soğuk... Kanka... Vodka... 
Moskova ve Saint Petersburg... Eski arkadaşlar... Eğlence.. Gezmece.. Müze.. Dostoyevski'nin Evi... Kasvetli oda beni kitaplarına götürdü.. neden ve nasıl yazdığına.. Üniversitede okuduğum kitaplarındaki satırlara... Anlamak üzerine...

Ve dönüş... -24'ten +5'e.... Algıda sapmaca :)

Ve adaptasyon....

Zor... 

İnsanları anlamak üzerine hepsi edinilmiş deneyimler... Başkalarını anlamak üzerine... 

Ben anlamaya çalışıyorum.. 

Ama benim neyi neden yaptığımı da anlamayan insanlar için söylüyorum : 

İzleyin...
Dinleyin...
Görün...
Gidin... 

Pişman olmazsınız...

Çünkü ben yine olsa yine izlerim.. yine dinlerim...yine görürüm ve yine giderim...   

Siz olmasanız da...

Anlamak için... 

Ve son İstanbul'a dönerken uçakta seyrettiğim "İncir Reçeli" adlı filmden bir müzik ile bitireyim yazıyı... 
(biraz arabesk gelse de bana müzik, film içinde direk içime işledi sözler... ) 




7 Şubat 2012 Salı

Hey dude! What's your deal ? :)

Hani bazen insanların yaptıkları karşısında söyleyecek kelimen kalmaz ya...

Hani öylece sessizce gülersin... içinden...

Ufak ve eğreti duran bir gülümseme ile dudakta... ve şaşırmanın da ötesindedir işte aslında o gülümseme...

İçindeki sinirden dolayı gülersin... yapacak artık birşey olmadığından.. ne tepki vereceğini bilemediğinden...

Söylenenler ile yapılanların birbirinden çok uzak olmasından ve sana bu uzaklığın yakınmış gibi gösterilmeye çalışılmasından...

O yapılanın arkasındaki amacı anlayamadığından... anlamlandıramağından...

İşte o insanlar size söylüyorum...

Olayınız nedir? :) 

EcE

2 Şubat 2012 Perşembe

Nü-ans...

Seneler önce bir arkadaşım beni ekşi sözlüğe şöyle tanımlamıştı : "oku yaydan çıkartan, aynı zamanda evcilliğe, domestizme düşman bir yay kadını"...

Arada sırada biraz kendime kalmak, kendimi dinlemek isteyip de evde vakit geçirmenin keyifli huzurunu yaşamıyor da değilim ama genelinde domestik hayata düşman bir insanım :D Zaten arkadaşlarım bana hep bu enerjiyi nerden buluyorsun derler...  Akşam 11de bir mesaj gelip de Taksim'e bir konsere gittiğimde ya da iş çıkışı üstümü değiştirip Galatasaray maçına uçtuğumda (ki öncesinde bir demlenmece oluyor:) ya da haftaiçi program yaptığımda, maçlarım için memleketimin bir ucuna gittiğimde, haftaiçi içip de ertesi günü sabah 9'da işte hazır ve nazır olduğumda :))

Bilmiyorum valla ben buyum.. Ama benim standardım bu :D 

Normal zamanlarda, bana nasılsın diye sorduğunda arkadaşlarım ya da telefon açtıklarında, iştekiler günlük rutinde sorduklarında; ben hep derim ki: "standart"... kimine göre iyi, kimine göre kötü bu standart kelimesi... yani aslında kapıyı açık bırakıyorsun ya "standart" dediğinde.. Seni iyi tanıyorsa senin standardını bilir tabii ama yine de standart dediğimde insanların garip bakışı ya da gülüşü hoşuma gidiyor :)

Ama şu son 2-3 haftada sorsalar diyeceğim "iyi"... Valla iyi hocam :D Aman dilini ısır, kıçını kaşı diyen büyüklerimi duyar gibiyim:) Standardın üzerinde, öyle acayip, çok yeni birşeyler olmadı belki ama ben öyle hissediyorum nedense. Hani geçenlerde çöpe attım ya kırıklıkları toplayıp (bkz. "Sihirli süpürge... beyin..." yazım); işte belki de ben iyi yanından görüyorum hayatı son haftalarda.. ve ne zaman iyi görmeye başladım iyi şeyler olmaya başladı da...yumurta tavuk hesabı... garip..

Bakınca etrafıma... aslında herkesin hayatı üç aşağı beş yukarı aynı gibi geliyor.. Bu aynılıkta da ufak nüanslar hayatı renklendiriyor ve birbirinden ayırdediyor diye düşünüyorum. Bence yani... İşte bu nüanslar insandan insana değişiyor tabii ama ben hayatımdaki ufak renkliliklerle, nüanslarla şekillenen bir insanım ama bunu aslında direk kendi kendime şekillendirdiğimi görüyorum  her geçen gün... Bunlar da beni motive ediyor :D

Bir film... güzelinde.. bir tiyatro oyunu...

Bir seyahat... uzaklara.. bilmediğin..

Bir uzaklaşma... eskilerden... yenilere doğru... 

Bir konuşma..beklemediğin... bir telefon...hep beklediğin...

Bir tanışma... tesadüf... bir karşılaşma..  istediğin...

Bir mail..edebi...  bir yazı...içine işleyen.. 

Bir rakı muhabbeti.. aile ile..eski dostlarla... yeni insanlarla...

İyi sonuçlar.. işte bile... sporda hatta...


Değiştiriyor... insanı..

Ruh halini... 

Aynı olsak özünde, ufak nüanslar hayatı şekillendiren...

Nüanslarımızın şerefine içelim bu akşam da... Yine bulduk bir sebep :) 

İyi ki varlar...

Bizi biz yapan...nüanslar...nü farklılıklarımız...

Hakkımda

Fotoğrafım
55...Hayalperest...Invisible hand'e inanmayan bir İktisatçı...Pinponcu... Sarı... Kırmızı... Arada da çelişki duvarına işiyor...