29 Haziran 2011 Çarşamba

Bekleyiş...

Garip bir sessizlik var içimde bugün.. fırtına öncesi sessizlik mi?... öyle olmadığını biliyorum.

Anlamlandıramadığım bir umut... geliverdi birden bastıran yağmur gibi.. yaz yağmuru mu?... olmadığını biliyorum...

İnsan tüm yaşadıklarına rağmen nasıl hala umut eder, garip... Onca zorluklara rağmen içinde küçücük de olsa, dudağında eğreti durmayan bir gülümseme ile karışık umut etme durumu ve tabi ki akabindeki sabırsızlık hissi... o iyi olayın/kişinin/anın/şeyin işte bir an önce gelmesini istemenin yarattığı telaşlı yürek... 
  

Derin derin nefes almıyorum bugün... sakin... kısa kısa... hayata koşmuş ve bir mola vermiş gibi... ama iyi birşeyler icin mola vermiş gibi... 

İyi müzik dinleyerek, güzel insanlarla iyi içkiler eşliğinde keyifli muhabbetler yapasım var... 

Bekliyorum...
Sabırsızlıkla...  

26 Haziran 2011 Pazar

Moda oldu...

Güzel bir pazar geçirdim..

Bir seslendirme workhoph'ı..enteresan deneyim..  üzerine çocukluk arkadaşımla beraber kahve.. üzerine bebek sevme ve rehabilitasyon ve sonra da yine beni yıllardan beri tanıyan insanla biralanmaca.. hep aynı eski dostla...

Moda'da...

Moda ne güzelmiş yahu.. Birden taşınasım geldi... Tebdil-i mekan ferahlığını yaşayasım geldi....

Belki...

23 Haziran 2011 Perşembe

Yarim İstanbul...

Acıyı da sadece tek içsem ve o 1 kadehte kalsam ya  :))) 

Neyse Paris güncelerimden ufak bir şiir idi paylaşmak istediğim birden kelimeler ağzıma büyük geldi :D
Uzatmayayım..

Paris, 20 Eylül 2003

Gözyaşlarında boğulmuş
bir kadın gibi... 

Yitir(il)mişliğin son deminde...
Aynı gözyaşlarında iki kere yıkanılmayacağını bile bile
yaşadığım devrik aşklarım var
Sen gibi...
İstanbul gibi


8 sene geçmiş..cümleleştirince beyin duvara çarpma anı şeklinde hissediyor ne kadar çok geçtiğini..
Aslında kelimelerim de ne kadar toymuş.. onu görüyorum şimdi.. 
Umutlarım, hayallerim ve bir sürü şey farklıydı haliyle.. bir kere dekor ve senaryo farklı.. 
Başka bir şehirde, başka insanlarla ve başka bir Ece olarak...

Güzel zamanlar geçirdim.. Zaman Paris'te tüm zorluklara rağmen güzeldi..  
Aslında şimdi de güzel.. Herşeye rağmen umut taşımak güzel.. hayata dair iyi şeyler olacağına dair umut taşımak.. 30 basamağını geçmene rağmen hem de... İnsanoğlu gerçekten de garip.. bazen bir şarkıda dibe düşen ben, garip bir şiirle kendimi güçlü hissedebiliyorum..

Şu an "umut" etme modumdayım.. bırakın kendi halime.. hazır gelmişken :D

Bu arada yazarken "unut" etme diye yazmışım önce, farkedip de düzeltirken yine o tesadüfen yaptığım harf oyunu hoşuma gitti :D

2. kadeh de bitiyor bu arada :)))))
İstanbul'a içelim haydi.. şerefe... 



küçük not : bu sefer resim eklemek istemedi canım bloga...

Blog önerisi...

Twitter'da sağdan soldan birşeyler okurken tesadüfen rastladım bu siteye..
İçim ısındı birden..
Kelimeler çok tanıdık geldi.. belki de ondandır.. okudukça okudum..
Kilitlendim hatta bir iki yazıya... bu kadar mı olur dedim...

Tavsiye ederim...
Buyrunuz

http://ekazado.blogspot.com/

22 Haziran 2011 Çarşamba

Yeniden...

Malt'ın son albümünden... güzel bir şarkısından.... nakarat...


her geleni yok sayıp darlanmaksa benim tarzım
her gelene hırlayıp harlamaksa farzım
her gidenin ardından ahlanmaksa arzım
belki de bana benim gibi bir ahmak lazım

eyvallaaaaaaah :D 

Anlamı olmalı...

Suçum neydi...
Neden böyle oldu......

Farkındalık...

Artık üretemiyor olmak (edebi anlamda yani) zaten beni çok yoruyor son zamanlarda.. eee yaptığım işten de ciddi bir haz aldığım da söylenemez.. Tamam bir para kazanıyorum yaptığım işten ve hayatımı idame ettiriyorum ama yetiyor mu? Olması gerektiği gibi mi?


Bu sorulara pozitif cevap vermek istiyorum... ama olmuyor... 

Hayallerim bunlar değildi  nokta
Hayat dediğin bunlardan ibaret olmamalıydı  nokta
İnsanlar vicdanlı ve iyi olmalıydı  nokta
Aşk dediğin herşeyi yenmeliydi  nokta
Beklemek değmeliydi  nokta

Olmadı... nokta
Olmadığını yaşayarak gördüm...

Noktası virgülü olmadan... ve bu o kadar net acı veriyor ki..

E tabi insanları da sorguluyorsun bir yandan.. yaşanmışlıklar tekil olmuyor malum her zaman.. hayatına sağından solundan bir şekilde dahil olmuş insanları...

Garip... hayat... vapurlar falan...

21 Haziran 2011 Salı

20 Haziran 2011 Pazartesi

Gülmek kime yakışmaz ki...

Zamanın içinde seyahat ederken; müdahele edemediğimiz, bildiğimiz ama önüne geçemediğimiz ve akabinde de bize şaşkınlık veren olaylarla karşılaşırız...

Bunu yaşamayı kendimize yakıştıramadığımız  olaylar hatta... 

Bunların sonunda "şaşırmak" fiili bazen güldür(t)ür insanı..

Fiil olarak yani.. özünde...

Gülersin..resimdeki gibi elinde avucunda olmadan.. öyle somut olsa keşke zaten... 

Başka tepki verilemediğinden midir yoksa en güzeli gülmek olduğundan mıdır .. kimbilir...

Ama ben gülüyorum artık.. Tepkim kalmadı hayata.. Sadece gülüyorum...

Gerçekten de gülüyorum..

Eee yakışıyor napim :) İyi tarafından bakıyorum en azından :D

19 Haziran 2011 Pazar

Basit ve net...

Bugün hiç yazasım yok aslında...

Her ne kadar bu tip "gün"lere çok karşı olsam da yine de bir hüzünlendiriyor beni "babalar günü".. 
Zaten hava da sıcak, garip düşüncelerim nemden ter yapıp kafamın her tarafına dağılmış.. beynim su kaynatıyor... eee canım da biraz sıkkın olunca öyle evde "müzikkitapbelkisonrafilm" moduna girdim..
Zaten bugün dışarı da çıkasım yok hiç..  Çünkü kimseyi görmek istemiyorum..
 
Sezen Aksu, Can Dündar babasını kaybettiğinde "Çocukluğun elinden alınmış gibi olursun şimdi” demiş..
Ne güzel özetlemiş...
Ama ben Sezen gibi afili laflar edemeyeceğim.. . 
Babamı özledim ben..
Özledim...
Bu kadar basit ve net..

18 Haziran 2011 Cumartesi

Pişti..

Daha bir önceki yazımı yazdığımın ertesi günü yine komik bir taksi muhabbeti yaşadım..

Daha önce aynı abinin arabasına bindiğimi hatırlayınca dedim abiye beni yine Akmerkez'den almıştınız, şu hastaneye götürdünüz falan.. derken rahatsız mıydınız diye sordu. Ben de evet abi benim genel bir "rahatsızlık" durumum var, rahatsızım ben dedim başladık gülmeye..

Muhabbet ordan aldı başını yürüdü..
Gül gül geberdim resmen.. Taksim'e nasıl geldik valla anlamadım...

 Maksat keyifli muhabbet :))

16 Haziran 2011 Perşembe

Maksat muhabbet

Bu sabah bindiğim takside, ben arabaya biner binmez taksici abi elini cd player'a attı... Off dedim sabah sabah şimdi kimbilir hangi garip şarkıları açacak ve kafam da pek çekmeyecek.. Hele de dünün yapışıp kaldığı, uykusuz ve sisli bu yeni sabah..  Derken Norah Jones çalmaya başlamasın mı!!! Herhalde bu sabaha en iyi eşlik edecek kişi Norah Jones idi.. Ally Mcbeal kafasında geçirsem ya en azından şu birkaç günü :)) Alsam Norah Abla'yı yanıma, piyano eşliğinde şarkı söyleyip şarap içsek falan :)) Yok yok iyiyim merak etmeyin.. Öyle arada gelir :D

Taksici ile çok muhabbet etmedim şarkı güzel gelince.. Ama aslında genel anlamda esnaf, taksi vb..  muhabbetlerini çok severim ben.. saftır.. direktir.. aynı frekansta olmasan da çoğu zaman güler eğlenirsin.. arada da bir Erdener Abi repliğini aratmaz...

-memleket nere abla
-Samsun
-aaa hemşehri sayılırız ben de Artvinliyim

aynı şehir olmamalarını bırak aradaki kilometre farkını söylemiyorum bile :D

başka bir gün bir taksi muhabbeti :

- seçim sonuçlarına ne diyorsun abla
- valla ne diyeyim (politik cevap, nabız ölçme için vakit kazanma:)
- ben MHP'ye verdim abla, Tayyip'i hiç sevmem zaten (renk belli edilir.. kasmaya gerek kalmaz)
- iyi yapmışsın abi.. ben de sevmiyorum Tayyip'i de oyları alıyor ama.. 
- ama bu AKP nasıl oy topladı  biliyor musun, kadınlar kocalarından gizli hep AKP'ye oy verdi, bütün kadınlar AKP'ye oy verdi..bak söylüyorum..valla billllaaaaa..
- peki abi öyle diyorsan öyle olsun bu arada ben müsaitte ineyim :)


gibi muhabbetler bana iyi gelir.. kafa dağıtırsın.. gülersin hatta.. bir de sıkı bir futbol sever ve fanatiği olarak, futbol muhabbetlerinin hastasıyım.. Mesela meyve aldığın manavda asılı bir Galatasaray bayrağı ya da bir Metin Oktay posteri görürsün, için konuşmak ister.. empati budur işte...

- 1 kilo domates, biraz da biber alayım..Aa abi Cimbomlu muydun sen yaa? bilmiyordum.. yaaa abi nolcak bu sene yaaa? kahrolduk resmen...
- sorma bu Hagi ile olmaaaaaz, en başında dedim ben..denedik daha önce.. 
- abi evet aynı suda 2 kere yıkanılır mı yaa hiç?
- anlamadım ama öyle diyorsan öyledir
- boşver abi haydi iyi akşamlar..

saftır.. özünde yani..

Neyse.. maksat muhabbet ortamlarında yaşamak eğlencelidir.. iyi gelir..

Tavsiye ederim.. yemeklerden sonra günde 3 kere yeter ama, fazlası zorlar :D

Haydi iyi geceler...

15 Haziran 2011 Çarşamba

Tutulma...

Seçimler bitti, tartıştık.. 2 günde normal hayatımıza geri döndük.. gündelik koşuşturmaların gölgesi yapıştı yine..

Mesaiye kalmalar, market alışverişi, evde yemek telaşı, biraz kitap okursak ne güzel, biraz alkol, biraz da oflama puflama..lar hatta.. Ay tutulması varmış uyku tutmamalar.. TV açmalar.. Garip programları sırf ses olsun diye seyretmeler...

Hayat yine eski ıslaklığında üzerimize yapışmış.. arada olaylar (seçim vb) gelip geçiyor, biz yine aynı gerçekliği yaşıyoruz.. Apolitize olmuş,  arada kalmış  nesil olarak... Yaşıyoruz... İstemiyoruz ama kımıldayamıyoruz da.. Farkındayız ama gücümüz yok.. Aslında gücümüz var da kullanacak takatimiz yok..

Kim bilir neden. arada kalmışlık hissi ne kötüdür aslında... elini kolunu bağlar... ne şuraya aitsindir ne de buraya... bilirsin... istersin... sorarsın... isyan edersin... ama olmaz... kımıldayamazsın... kendini kötü hissedersin... saçmalarsın... olmasını istemediğin şeyleri yaparsın... üzersin... üzülürsün... sıkışıp kalırsın... sıkışmışlık... en kötüsü de bu.. birşeyler yapmak istersin... birşeyleri farklı yapmak istersin... bir yerlere basıp gitmek, yeni hayatlar kurmak... istediğini elde etmek... ama olmaz... olsa da yetmez belki de... asıl sorun beyninin içidir.. içini yemesi, yutmasıdır..

Basit algılamak ne zor hayatı..."Bilmek" düşmanını yenmeye çalışmak için çok geç olduğunu bilen beyin, patlamasın da ne yapsın artık...

Ne yapsın...

Aslında ne çok şey vardı aklımda yazıya başlarken ama yine kayboldum..

Yolu biliyorum ama en azından.. kestirme olmasa da çok...    

12 Haziran 2011 Pazar

Büyük Ev Ablukada... peki ben nerdeyim...

Eski bir arkadaş ile rakı muhabbetinde duydum adlarını..

Enteresan bir grup..
Hem müzik yapıyorlar hem de eğleniyorlar..
Aslında en önemlisi de bir iş yaparken eğlenme durumu...

Yaptıkları müzik benim çok da tarzım olmasa da bu abilerin hayatımda istediğimi yapıyorum imajının beynimde sivilce gibi birden çıkmasına sebep olan  "gıpta" duygusu (lütfen kıskançlık demedim:) nüans var) içimi kemiriyor dinlemeye başladığımdan beri :D

Geçer herhalde.. daha önceleri geçti ama yaş dolayısıyla artık geçer mi bilmiyorum.. yani umarım geçer :)

Eeee dinleyiniz o zaman...

http://www.youtube.com/watch?v=ui-pCoSQZgo

Rakı var masaya Mualla... kısmında çok koptum zaten :D
Sözlerdeki "l'absurdité" hoşuma gitti acaip...

Ya aslında okumak, kitap, yazarlar, seçim falan konusunda da bir iki kelam etmek istesem de o ruhta değilim bir sonraki yazıya döşeneceğimdir :D

Haydi iyi pazarlar...

7 Haziran 2011 Salı

Kalk/Otur...

Hani böyle arada gelir ya "alıp başımı gitmek istiyorum" halleri..
Hani reklamı bile var, alıp başımı güneye yerleşmek istiyorum diyor Okan Bayülgen seslendirmesi ile "beyin" figürü...
İşte öyle bir hal geldi bana bu ara ama bir yandan da kal geliyor işten güçten...  kımıldayamıyorsun, sıkışıp kalıyorsun :)

Bu tarifi aslında en güzel Can Yücel yapmış:
.............
Böyle gidiyoruz işte.
Bir yanımız "kalk gidelim",
öbür yanımız "otur" diyor.
"Otur" diyen kazanıyor.
O yan kalabalık zira...
..............
Kuş olup uçmak isterken, ağaç olup kök salıyoruz.

Ama bu şiirin en sevdiğim kısmı :

Öyle "yanına almak istediği üç şey" falan yok.
Bir kendisi.
Bu yeter zaten.
Herşeyi, herkesi götürdün demektir.
Keşke kendini bırakıp gidebilse insan.
Ama olmuyor.

dizeleri... Valla olmuyor.. ben de kendimi bırakıp gidemiyorum bir türlü :))

1 Haziran 2011 Çarşamba

Alıntı...

Elias Canetti "Körleşme"yi yazma sürecinden söz ederken şöyle demiş :

"Çalışmalarımın her gün ilerlemesinin, konunun artık beni bırakmasının ve hiç bitmemesini isteyişimin verdiği doyuma karşın, kağıda geçirdiğim tümcelerin somut gerçekliği yüzünden acı çekiyordum. Kendini bir doğruyu yazmaya zorlayanın acımasızlığı, en çok kendisine acı verir; yazarın çektiği okura çektirdiğinin yüz katıdır"

Aslında özellikle son cümleyi paylaşmak istedim...

Hakkımda

Fotoğrafım
55...Hayalperest...Invisible hand'e inanmayan bir İktisatçı...Pinponcu... Sarı... Kırmızı... Arada da çelişki duvarına işiyor...